ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

18 Aralık 2010 Cumartesi

BAĞLAMA ZAMANI




baş yerde ise
büker beli
ev halkı değil
sırtındaki kamburun nedeni
dünya sömürgeni

ey ürkek yürek düşük omuz
şimdi ağlama değil
bağlama zamanıdır ileri

başı gözü silkinip kaldırınca
görüp anladıkça çarkı çileyi
bağlama zamanı şimdi
sınırdan sınıra can havlini
ülkeden ülkeye kabaran toprağa

sazın telini kulak pasına
yanık türkülerden koparıp düşleri
bağlama zamanı şimdi
gürül gürül sesimizi marşlara

günlük hınçlarımızı da
ağıtları anıtları ile alıp tarihi
açık yaramızı da tutup yakasından
şimdi ustalık büyük kavgaya bağlamada

vahşi devin dişlisini
soluk kesen son greve bağlama zamanı
dünü bugüne bugünü yarına
bağlamları birbirine ekleye ekleye
oturta oturta yerine kavramları
ayrık otunu ayıkladıkça
emekçi sınıfların gücünü
sonsuza bağlama zamanı

EVİN OKÇUOĞLU

15 Aralık 2010 Çarşamba

Facebook (3)




DAR ZAMANLAR

durmuş bir saate gömmek istiyorlar bizi
günde iki kere aşkı gösteriyoruz
ışık hızında kavuşmalarımız bir an gibi sonsuz
saatler çürüyor sensiz ve durgun
yeşil kalan yapraklara şaşıyor sonbahar
kış aldırışsız savuruyor karı
kediler giriyor kapı arasından
hayra yoruyor kadınlar
bakışlarımız değmiyor birbirine
ne var ki sevgili akacak zaman yeniden
akrebi yelkovanıysak bu sürecin
donuk kristal zamanları geçeceğiz hızla
kar altından çürümüşlük yeşertecek yeniyi
ne kadar daralırsa kapılar
o kadar güçle akacağız sel gibi

14 Aralık 2010 Salı

...




KIRIK PENCERE CAMLARI

İÇERİSİ YUVA

DIŞARISI BEN


EVİN OKÇUOĞLU

12 Aralık 2010 Pazar

DANS




Hırçınlığım lacivertti gökte yağmur öncesi
Beyaz dantelli masalda saklı hoyrat ellerim
Kabarır eteklerimden öfkem, bedenim susmayan şarkı.

Başı döner dünyamın, dansımdan isyan doğar
Adımlarım çarpar yere, acır geçmişim
Dağların tozu sinmiş yağmur suyu akar koynuma

Sesimi duyarsın, sızlayan, boynu bükük
sesimin okul dönüşü yakası bağrı açık
sesim kaybetmiş misketini, saç örgüsü sökük

Çocuklar mektuplarla var, göç eder kıtalar
Anayım ana dilde ağlarım, ak düşer, yaş düşer
Düşmez başım, bakışımdan kabarır dalgalar.

Evin Okçuoğlu

11 Aralık 2010 Cumartesi

KIŞ KAPIDA


akşam haberleri biter
kış kapıda der spiker
sabah olur
pencerede tıkırtısı kışın
fırtınadır kar borandır
savrulur taneler
sensizdir yine ilkkarın coşkusu alınmış hüznü
yine şarkılar üşüşür, sonra şiirler
yine her zamanki gibidir ıssızlığım
sorsalar seni
kış kapıda işte gelmişsindir
direnen ağaç dalıdır yüreklerimiz
aşkın kar fırtınasına
yerler beyaz döşek olmuştur
düşlerde yuvarlandığımız kışla kavuşma
rüzgarın fısıltıları büyür kulağımızda
aşk mıdır o bilemeyiz önce
yaprak çırpıntıları geçirir yürek
dallarımızla direnir dururuz bazen
kırılıp dökülürüz ve biliriz kıştır bu
ne kaçarız ne karşılarız
öylesine bekler sanırız kışı kapıda
savrulsak da aşktan yana
dirensek de boşuna
göklerin döktüğü ilkkarı karşılarız
ıssız pencerelerde
memleket haberleri yine kasvetlidir
okumak gelmez içimizden
buz gibi sözler yıkılır karşımızda
çatlar göz yaşı göllerimiz
yokluğunda sevgili düşü ile titremektir diye
ayazı severiz rüzgarı hissederiz ölesiye
daldırırız başımızı buluta
yeryüzüne aşk eritiriz

Evin Okçuoğlu

5 Aralık 2010 Pazar

SORUMLULUK DUYGUSU GELİŞMİŞ BİR AYDIN: ASIM BEZİRCİ*





SORUMLULUK DUYGUSU GELŞMİŞ BİR AYDIN: ASIM BEZİRCİ*
Bugün burada yalnızca dört dörtlük bir edebiyat adamını değil, aynı zamanda ve öncelikle sorumluluk duygusu da iyice gelişmiş katıksız sosyalist bir aydını konuşacağız.
(…) Parasız yatılı okuduğu Erzurum Lisesini pekiyi dereceyle bitirip İstanbul’a üniversite öğrenimi görmeye gider. Nice umutlarla geldiği İstanbul’da edebiyatın kaynağı burasıdır diye edebiyat fakültesine yazılır. Karşılaştığı uygulamalar, tanık olduğu çelişkiler bu duygulu ve erken uyanmış insanı çıldırtır adeta. Bozguna uğradığını, Türkolojiyi bırakıp başka bir bölüme geçmeyi bile istediğini anlatır daha sonra. Ama gerçekleştirmez. Bir yıl okumuştur ve bu bir yılına kıyamamaktadır. Çok güç koşullarda sürdürmektedir öğrenimini. İstimlak bekçisi olan dayısının yanında kalmakta ve Kızılay aşocağında karnını doyurmaktadır; pek çok akranı gibi… Yazları Unkapanı’nda, köprü başında soğuk su ve limonata satmaktadır. Üniversitenin ikinci yılından itibaren yavaş yavaş sol düşüncelerle tanışmaya başlar. Bu dönemde bulabildiği sol dergi ve kitapları yutarcasına okur; Bunlar Bezirci’nin ufkunda yeni bir pencere açılması demektir aynı zamanda. Lisede okuduğu pek çok edebi kitap ve yaşadığı duygusal ortam nedeniyle şiirler yazmış, hatta bir öyküsü lisedeyken, Erzurum’da yerel bir gazetede yayınlanmıştır. (…)
Üniversite öğrenciliğinde ve hemen sonrasında sol politik düşüncelere duyduğu eğilim ve bununla yetinmeyerek katıldığı örgüt üyeliği, yıllar süren soruşturmalar, tutuklamalar ve yargılanmalar getirmiştir Bezirci’nin hayatına. Böylelikle hayal ettiği öğretmenlik mesleğine değil de, hiç bilmediği, bilince de hiç sevmediği muhasebecilik alanında yirmi sekiz yılını harcamıştır.
Bekçi dayısının evinde kalan, Kızılay aşocağında karnını doyuran, köprü başında soğuk su ve limonata satan ve sosyalist düşünceye ilgi duyan Asım Bezirci, yaşamında bir devrim daha yapıyor, kendi kendine Fransızca öğrenmeye kalkıyor… Edebiyatımızda böyle bir gelenek vardır. Hemen birkaç isim sayalım. Peyami Sefa’dan Cemal Süreya’ya dek pek çok edebiyatçımız, koleje, yurtdışına gitmeden, kendi kendilerine yabancı dili, özellikle de Fransızca’yı öğrenmişlerdir. Öğrenmekle kalmamış, oturup öğrendikleri bu dilden Türkçe’ye çeviriler yapmışlardır. (…) Asım Bezirci pek çok kuramsal kitap yazmış ve çevirmiştir. Bunların yanında, son yüzyıllık edebiyatımızın hemen bütün köşetaşı değerleri için birer kitap hazırlayarak, geçmişini bilen, onunla övünen, elbette onlardan farklı ve ileri düşünüp üretecek kuşağa bir arşiv armağan etmiştir.
Sorumluluk duygusunun nice önemli olduğunu boşuna söylemedik. Bakın edebiyat ve eleştiri anlayışını nasıl açıklıyor Bezirci: “…Bağlandığım bilimsel sosyalist dünya görüşü, eleştirinin de aynı bilimsel temele oturtulmasını gerektiriyordu.”
(…) “Benim bağlandığım eleştiride ise yaratıcılık şurada olmalıdır: Sanat eserlerini iyi kavramak, doğru çözümlemek, gerçeğe uygun olarak yargılayabilmek için yaratıcı olmak.
Bu da yeni yöntemler bulma, yeni ölçütler koyma, yeni yorumlar getirme yolunda yaratıcılık olmalıdır. Çünkü eleştirmenin kendisinin bir sanat eseri yaratmaya kalkışması, önündeki sanat eserini bahane ederek, ondan kalkarak kendisinin yaratıcılığa özenmesini doğru bulmuyorum.” Asım Bezirci bu düşüncesini şöyle açıklıyor: “Gerçi eleştirmen, yargısını verdiğinde iş olup bitmiştir, eser yayınlanmıştır, ama yazarı ondan sonraki ürünlerini verirken sözkonusu eleştiriden yararlanabilir. Ayrıca öbür yazarlar da bu eleştiriden yararlanabilirler. Kendi eserlerini yaratırken o eleştirinin getirdiği verilerden yola çıkabilirler.” Asım Bezirci eleştiride varmak istediği amacı şöyle açıklıyor: Türkiye’nin toplumsal, kültürel koşullarına uygun bir sosyalist edebiyat kuramı oluşturmak… Ayrıca kitlelerle bütünleşmek, onların bilinçlenme sürecini hızlandırmak için neler yapmamız gerektiğini ortaya çıkarmak.”
Asım Bezirci ile 1960’larda tanıştık. (Bu tanışma sanırım değerli ozanımız Hasan Hüseyin’le birlikte olmuştu…) Az görüşsek de birbirimizi sevdik, güvendik ve bağlandık. Daha iki yıl olmadı, onunla bir konuda telefonla konuşmuştum. 1930’lu yılların ünlü yazarlarından, pek çok toplumsal içerikli kitaba imzasını atmış Nezihe Muhittin’le ilgili kaynak arıyordum. Yurtdışında yaşayan bir dostuma gerekiyordu. Birkaç gün sonra Bezirci, sağladığı bilgileri bana göndermişti.
Bu çalışkan ve değerli dostumuz, bir söyleşide kendisinden söz ederken yine sözü getirip eleştiriye bağlıyor: “Ben bir halk çocuğuyum. Hiçbir şeyi kolaylıkla elde edemedim. Her şeyi arayarak, uğraşarak elde ettim. Ve bağlandığım dünya görüşü nedeniyle bir sürü acıya katlandım. Bu iki yaşantı bende şu eylem biçimini yarattı: Sürekli olarak çalışmak, direnmek, aramak ve yılmamak… Öyle sanıyorum ki, yalnızca yaşamanın değil, eleştirmenin de genel bir davranış yolu olabilir bu.”
Çok yıllar önce Bezirci’nin yazdığı bir şiiinin son dörtlüğünü okumak istiyorum:

“Anasız taylar gibi yalnızım
Yorgunum uykusuzum susuzum
Bir acı alev sanki akan
Kan yerine damarlarımdan”
Barış, kardeşlik, özgürlük, adalet… Asım Bezirci’nin cümle özlemi bu sözcüklerde ışımaktadır.
Erzincan’ın yoksul bir mahallesinde toprak damlı tek göz bir evde Refika hanımla demiryolu işçisi Hamdi bey’den 1927 yılının “kiraz ayı”nda doğdu Asım Bezirci… İki Temmuz 1993’te, doğduğu kente yakın Sivas’ta, nice canlarla birlikte katledildiğinde 66 yaşındaydı ve 70 kitapta imzası vardı… Doğru, dosdoğru yaşama serüveni özenilecek sorumluluk duygusu pek çok örneklerle doluydu.
REMZİ İNANÇ
*68LİLER BİRLİĞİ VAKFI’NIN 26 NİSAN 1994’TE ANKARA SANAT TİYATROSU (AST) SALONUNDA DÜZENLEDİĞİ “ASIM BEZİRCİ’Yİ ANMA TOPLANTISI’NDA REMZİ İNANÇ TARAFINDAN YAPILAN KONUŞMANIN GENİŞ BİR ÖZETİDİR.


Değerli ağabeyimiz, Remzi İnanç'ın isteği ile KURGU kültür merkezinde ASIM BEZİRCİ' Yİ anma gününde okuduğum yazısıdır. (5. Aralık 2010)