ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

19 Ekim 2015 Pazartesi

CİNAYET OLAN EDEBİYAT



CİNAYET OLAN EDEBİYAT –Tekellere Methiye Sanatı*

Evin Okçuoğlu

Bir film izlersiniz, çok beğenir ve hemen çevrenizdeki eşe dosta onlar da izlesin diye tanıtırsınız. Dostlarınızın sizin aldığınız tadı almaları dileğini, biraz da, bir annenin/babanın dışarıda yediği turfanda meyveyi evdeki yavrularına da tattırma arzusuna benzetebiliriz. Buna benzer duyguyu duyumsayınca okuduğum kitap hakkında yazma isteği duyuyorum. Daha önce B. (Bizim) Sadık Albayrak’ın Okuma Yazmanın Izdırapları adlı kitabı üzerine Berfin Bahar’da yazdım. O yazımda kitabı hangi amaçlarla okuyabiliriz konusunda şunları demiştim:
“Bana kalırsa en iyisi bu kitabı birkaç amaçla okuyalım okutalım… Evet yakın dönem edebiyat tarihi diye okuyabiliriz, genç bir okurun kitap okuma aşkının öyküleri olarak da bakabiliriz bu çalışmaya, ya da bence daha da önemlisi, gençler için okuma haritası diye bakmalıyız. Çünkü böyle bir haritaya çok ihtiyacı var toplumun…”
Şimdi okuduğum kitabı; Cinayet Olan Edebiyat’ı da yakın dönem edebiyat tarihimizi anlatmaya başlayan Okuma Yazmanın Izdırapları’nın bir devamı, tamamlayıcısı olarak görüyorum. Bu kitap, gerçekçi diyalektik materyalist bakış ile örneklerden yola çıkarak tüm tekellerin ideolojisinin edebiyat ürünlerine hak ettikleri eleştiriyi getiriyor.
Bizim Sadık, zaten ilk baskı serüvenini de anlattığı, ikinci baskı önsözünde, “Toplumsallığın çöküntüye uğratıldığı tekellerin ortaçağında buna karşı isyan etmeyen bir edebiyat, bu ortaçağın bir parçasına, üreticisine dönüşmüştür. Bunu göstermeye ve karşı çıkmaya çalışıyorum,” diyor; “günümüzde iktidar güdümlü her türden düşünsel etkinlik cinayete ortak olmak anlamına geliyor” diye ekliyor.
Kitap bölümleri: Nazım Hikmet’in Asimilasyonu, Şiirde Yenilik Diye Sunulan Gerilik, Edebiyatlaşan Cinayetler, Tekellerin Edebiyatının Bilinci ya da Eleştirisiz Eleştiri. Bu bölümlerde, edebiyatla yazar olarak ilgilenenlerin de, okurların da dikkatinden kaçmış olabilecek olaylar ve saptamalar var. Egemenlerin çürüyen edebiyatına eleştiri yanı sıra, kitapta ayrıca, gerçekçi edebiyata karşı tekellerin saldırıları, yaftalayıp değersiz kılma çabaları da anlatılmış.
Öğretmenler bilir, eğer anlatacağınız bir konuya iyice hâkimseniz onu birçok örnekle anlatır, basitleştirir, konunun deyim yerinde ise altından girer üstünden çıkarsınız. Bizim Sadık, bu yetkinleşmeyi ifade edişine yansıtmış. Kullandığı dil sıradan bir eleştiri yazısını aşıp yer yer estetik ifadelerle sürüp giderken, ister istemez fosforlu kaleminizle altını çize çize çalışmaya başlıyorsunuz. İşte onlardan biri sayfa 101de: “Yarasanın gözünü gereksizleştiren karanlık, toplumun üzerine, bilimin, bilincin gereksizleştirilmesiyle çöker.”
Bizim Sadık “düşman estetik” deyişine yer veriyor. Tekellerin edebiyatı; eğer tekellerin ideolojisine karşı iseniz, safınızı emekten yana bir edebiyat olarak seçmişseniz düşman bir edebiyattır. Yazar, “Düşman estetik” sözünün ilk kullanıcısı Nazım Hikmet’i; tekellerin, vakıfların Nazım Hikmet’ine çevirme çabasını anlatırken: “İki Nazım Hikmet var. Biri; anlamı daha iyi kavranacak, belirlenecek, Afşar Timuçin’in çok güzel ifadesiyle, sanatı kavgasının kavgası sanatının ürünü Nazım Hikmet’tir.
Öbürü, vakıfların Nazım Hikmet’i. Tekelci bir kültüre asimile edilmiş. Üç telli sazlara indirgenmiş, ideolojisiz, steril bir metaya dönüştürülmüş.” diyor.
Kitapta yer yer öyle önemsediğim ve günümüzde çok net olarak görüp yaşadığım gerçeklikler var ki, gazete makalesi olsa manşete taşırdım. İşte en önemlisini kısaca aktarıyorum: “Yoksullaştırma süreci kesintisiz bir süreçtir. Egemen ve alternatif sanat arasında kıyasıya mücadelenin bir yönüdür. Bugünün gelişmeleri, bu süreci hızlandırmış, daha kolay görünür kılmıştır. Raymond Williams, egemen kültürün, sürekli ‘doğmakta olan’ kültür öğelerini ‘bütünleştirme’ çabasını vurgular. (Raymond Williams, Marksizm ve Edebiyat, çeviren: Esen Tarım, Adam, İstanbul) ...egemen kültürün tuzaklarından biri, “doğmakta olan”ı sisteminkine alternatif olanı, ‘karşıt’ görünümlü ama özünde sistem içi bir öğeye dönüştürmektir. Özünde burjuva bir sanatı, alternatif sanat olarak yutturmaktır.”
Politikada da aynı şeyi yapmıyorlar mı? Kendiliğinden kalkışmış bir gezi olgusunu haziran’laştırmak, en yakın bir örnektir. Che’yi tişört üzerine taşımak, tarihsel değerlerimizi özleri boşaltılmış halde geçersizleştirmeye çalışmak da hemen akla gelenlerden…
Kitapta, Nazım Hikmet’ten sistem içi öğeleştirmeyi eleştiren “Maksim Gorki’ye Açık Mektup” şiirinden son bölümü okuyoruz. Lenin’i sevmek ile anlamak arasındaki farkı işlediği şiir, bizde de çok değerli eleştirmen yazar Asım Bezirci ardından sahte gözyaşları dökenleri anımsatıyor. Kitap ona da çeşitli alıntılarla yer vermiş. Okurken bu önemli yazarımızın ve diğerlerinin yakılışına öfke kabarmaları yaşarken, onları sadece sevmek değil anlamak da gerektiği bilincini pekiştiriyoruz.
Şiirle ilgili eleştirilerin olduğu bölümde ise politikadan kaçmakla sözüm ona özgürleştiğini sanan şairlere ve birinci ikinci üçüncü yeni değil aslında “geri”lere de diyeceğini diyor yazarımız. “Bir sanatçının ideolojisi yapıtının içindedir.” diyor. Ayrıca kategorilere değindiği bölümde “kategoriler ve kavramlar, eğer bilimsel bir yöntemle üretiliyorsa gerçekliği açıklar. Onlar da kategoriler kullanıyorlar, ‘toplum’ kategorisi yerine ‘millet’ kategorisini. ‘Sınıfsal insan’ yerine ‘milli insan’ kategorisini. ‘Birey’ kategorisi, ‘sınıf bireyi’ni reddetmenin kategorisi oluyor,” saptamasını yapıyor.
Yukarıda adını bir kez daha saygı ile andığımız Asım Bezirci SOLDAKİ SAĞCI sözünü kaç zaman önce kullanmış. İşte bu “soldaki sağcı”ların körlükleri ideolojiktir diyor yazarımız. Anlamsız, insansız ve gerçekdışı bir şiirin soldaki savunucularına ideolojik körlere karşı olmak, edebiyatta süren bir politika olmalıdır. Bizim Sadık bu konudaki duyarlı bilinçli duruşunu bu kitabında da sürdürüyor. 1995 yılında çıkardıkları “Sermaye Kültüründen KOPUŞ” adlı dergiden de belli oluyor bu… Günümüzde tavrı, tutumu adında olan böyle dergiler çok azaldı.

Okumazsak eksiklik olacağını düşündüğüm bu kitabın en önemli bölümlerinden bir paragrafı paylaşarak bitireceğim. Yıllar önce stk’lar yolu ile hoşgörü seminerleri veriliyordu. Neyi hoş görmemiz içindi o seminerler? Geçmişe şimdi buradan ve aşağıdaki paragrafın ışığında bakınca daha netleşiyor. Türbana hoşgörüydü, ilkelerimizin alaşağı edilmesine hoşgörü idi…
İşte o bölüm (s: 226): “İnsanı sinirleri, duyguları alınmış, tepkisiz, uysal bir sömürü yaratığına çevirmek isteyen tekelci sistemin entelektüellerinin en çok korktukları duygulardan biri öfke, yaşam ve başkaldırı belirtisi anlamına geliyor. Kuşkusuz, öfke bilincin aydınlığıyla donatılmadıkça kör ve anlamsız kalıyor. Ancak hiçbir kurtuluşun, haklı ve bilgili öfkenin itici gücü olmadan gerçekleşebileceğini sanmıyorum. Sömürü karşısında öfke, nefret duymayan insanın kurtuluş mücadelesinde yer alabileceğine inanmıyorum.”


*B. Sadık Albayrak, Doğu Kitabevi, Nisan 2015, 311 sayfa

10 Ekim 2015 Cumartesi

yavrularım


Liste



Liste

isim aramak listede
seçmen değil
vekil adayı değil
tanıdık bir isim

aramak ve rahatlamak
tanıdık yok diye
olası değil
ölüm listeleri
yaralı listeleri

ve kuyruklar
aş için kömür için değil
kan vermeye can verenlere

ve dizilmiş erkan
kınama erkanı
karanlıkla sınama erkanı
aydınlatılmayan hep karanlıkta
ampul erkanı

ve demeçler
birleşin demeçleri
saçılmış bedeni birleştiremez
özü karanlık demeçler
örtemez bedeni sahte sözler
afiş ile örtülmüş
sedyeleri pankart olan bedenler


Evin Okçuoğlu