ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

21 Ekim 2011 Cuma

EN GÜZEL GÜN İÇİN


Okuyacağınız 82 şiir, 2010-2011 yılları arasında yani, dünyada emperyalist saldırıların zirvelere çıktığı, ülkelerin yoksulluğa ve parçalanmaya itildiği, dünya sokaklarında, meydanlarında, fabrikalarda mitinglerin yürüyüş ve grevlerin çığlık çığlığa olduğu yıllarda yazıldı… Devrim örülürken, kıtaların uzaklığını silerek yüreklerde yanan ateşle, aşkla ve yıllarca biriken kin ve isyanla yazıldı.
Çürüyen küresel emperyalizmin saldırılarına, direnerek onurla karşı duran dünyanın her köşesinde yüreği atarak yazıldı
kitaplar silah
heykeller dimdik duran duygu
en güzel günden kopar gelir



yer altının sesi soluğu kesilse de şimdi
susmadı en güzel gelecek için yaşayan yan



dalından söke söke tadıyoruz baharı
en güzel dizeler alt üst oluyor




dalga dalga yükselir geçişiriz
sınırları aşa aşa
en güzel günü saklarız içimizde




en güzel ötüşlerle süzüldü kuşlar
yüzyıllardır vardık biz sevgili
şimdi o kanatlardasın
en güzel renkte açıyorum çiçeği




bilinçle
isyanla yandık
güneşlerce ısındığımızda
yükseldik bin bir damladan
milyonların arasına karıştığımızda en güzel buluttuk

15 Ekim 2011 Cumartesi

mektup

Sevgili,
Gittikçe suç oluyor dizelerim. Düşünceler gittikçe daha çok kalemle sayfa arasında titrek kaygılar içinde kalıyor. Daha güneş doğmadan düşlerimin günlük güneşlik şenliğinde kasıp kavruluyorum. Daha derinden atıyor yüreğimin isyan damarı. Çınlamalar var kulağımda, yoksa kötü saatte olsunlar mı anıyor?
Yeryüzü kapkara sayfalar bıraka bıraka ardında yol aldıkça, döndükçe dönüyor ve netleştikçe saflar, savruluyor insan taslakları. Onur dibi bulmuş, kör kuyulardan iniltisi duyulmaz olacak nerdeyse. Ellerimi kapatıyorum yüzüme bir süre…
Sonra bırakıyorum ellerimi avuçlarına. Avuçlarında terlemiş düşün bilim ve emek verdiğimiz kavga büyüyor harıl harıl, önce parmaklar sonra tutuşan tüm ellerden ellere sınırlardan sınırlara aşa aşa yükseliyor kavga.

11 Ekim 2011 Salı

ANLAMLI İZ




Elinde kalem her an yazacakmış gibi bekliyor. Tıpkı her an hazır bir bavulla hiç yerinden kıpırdamamak gibi.
Kapının ötesi, mahallenin, şehrin ve şehirleri bağlayan yolların değişen iklimlerde güneşi kışı ve bilmediği dilleri, o bilinmedik dillerde yaşayan insanlarıyla çağırmaktadır.
Kapılarından içeri girip mutfak sohbetlerine kulak vermeyi, küfürlü atölyelerde koca bıyıklıları veya dökülmüş saçlarından kalan birkaç tele genç süsü vermeye çalışanları tek tek kendi mahallesine taşımayı ister.
Kalemin ucuna getirip bir bir yok edilecek özlemleri köklerinden koparmaktan değil, hiç kökü olmayışın özgürlüğünü anlamaya çalışmaktan yoruluşu, anlamın en köksüz bir insanı bile kavrayabileceğine yapışıp kalmayı da geçer bir kalem…
Anlam, kasları kıpırdatan güç gibi görünmeden harekete geçirir önce düşleri, sonra bedenleri. Anlam verişimizle anlamsızlaştırışımız arasında ilerleriz. Yıllarca biriken küpürleri olduğu gibi çöpe göndeririz bir gün. Toplanan tüm tohumlar, midye kabukları ve anıları seçer seçer atarız. Bizden sonra nasıl olsa hepsi anlamsızlıktan yok olacaktır. Bir köke yapışıp yaşamakla unutulmak gelgitlerimizdir. Unutmaktan unutulmaktan daha önemli buluruz, kalıcılığı. İz bırakma derdimiz de bundandır. İz, kalemin ucunda biriken mürekkep gibi bulaşıp durur hayata…
En acı anı, bol iz bırakır, en güçlü güdünün izi taşınır geleceğe. Kültür izi taşa kâğıda düşer, ırmaklar akarken duyulan müziğe siner. Kayalara çarparak damlarda tıpırdayarak kalp atışlarının güvencesinde büyür müziğimiz.
Koro başlar. İnsan sesleri konuşmalar kalabalıklar başlar.
Sonra durup dururken öyle bir şehir özleriz ki, gürültünün ve hareketin yanı başında dimdik ve sonsuz sessizliği ile dağlar yükselir ve şehrin yüzüne çarpan utanç rüzgârlarını keser atar. Yalındır. Uludur. O şehrin, buluşup birbirine söyleyecekleri olanların, konuşup dinlerken el kol hareketleri ve mimikleri ile kıpırdayan kafeleri de, yalnızlaşmamış insanlarla dolup taşar.
Evin Okçuoğlu

2 Ekim 2011 Pazar

Oyuk




ihanetler saklar
oyulmuş göz yuvası
oyuklarından boş boş bakar
buluşmaz hiçbir bakışla
köşe bucak kaçar

posadır
kararmıştır
duvarda kurumuş kalmış ortaçağdan
köle edici
can sökücünün
yapış yapış izidir

yüzsüzdür
dili çatallı sinsi çığırtkan
bir örnek maskelerin altında
yaylım yaylım yalan sıkar


şehir sokaklarında
soluklarımız tutsaktır
kameralar yakalar
ekranlar yalan kusar
sabrımız sınanır bir zaman
hayat kendiliğinden akar
yavandır gürültüsü
taşkınlığı çürük kokar

bin yılın bin bir eziminden süzülür
birikiriz biz
dalga dalga yükselir geçişiriz
sınırları aşa aşa
en güzel günü saklarız içimizde


sille tokat için için süreriz kini
gömülene dek dipsiz oyuğuna
çaresiz saldırgan,
çürümüş düzenek

Evin Okçuoğlu