ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

10 Aralık 2007 Pazartesi

İç Sessizliği



Gelincik fırtınasıydı sustu içim
Anne eteğinden koparılıştı
Ok demetiydi dokunan benliğe
Yakalanışımdı tel tel liğme liğme




Yüreğimin gece yarılarıydı
Ezilişti, yıkılmadan önce
Yüzyıllar öncesinden bir anı
Çözülsem saçılacaktı önüme




Dize gelişti her döne döne sönüşte
Saklı kalan evinimdi hücremde
Oynaktı sonra edalı hatta işveli
Kaldırdı dansa beni bir keman sesi.


Evin Okçuoğlu

28 Kasım 2007 Çarşamba

Trende

havasızlığımıza bulaşırdı soğuk

her istasyondan uykulu yüzler toplardık

ayakta yolcu adedindeydi gözümüz

bir de karşımızdakinin gazetesinde

hayal gar Haydarpaşa’ya varmadan biterdi yolculuk

acelesi olmayan işsizler kalırdı en sona

tünellerde çığlık atardı bir çocuk

karanlığımıza dönerdik tünellerden sonra

13 Ekim 2007 Cumartesi

Ay Titreyişi


Ay titremesidir gümüş tenimden geçen
Dağımın karanlık doruğuna sarılır bulutlar
Yavaş yavaş çözülür gökyüzünün düğümü
Düşer tutam tutam eteğime çığlığım
Ay titreşir hâlâ kıvrılıp giden sularda


Evin

12 Eylül 2007 Çarşamba

KIŞ AĞLAMASI







Kış ağlaması taşır dağ sırtları buralarda
Ağ örer kapılarda ayaz kesiği
Uçsuz bucaksız ak örtüyü kaldırır sonra güneş
Köpürür ırmaklar o zaman, kavuşur göle
Pamuksu gökten kopar dağdan inen su
Ancak kayalara çarpa çarpa durulur

Sen daha ılık bir aymazlıktasın
Dalından bir yaprağı koy vermedin akan suya
Yığılmadın sert rüzgarla bir kuytuya
Oysa çiyleri toplasan üzerinde, elmas iğne olursun
Kapılsak suya birlikte damla damla inci kolyeyiz
Ne geldiğimiz yer ne varacağımız umrumuzda




Evin Okçuoğlu

8 Eylül 2007 Cumartesi

UZAK SEVGİLİLER

Sis bastırmış iyice, sular yükselmiş
Yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin
Sadece ay-bulutlar ötesinde, mavi gökte-
Parlıyor üzerinde uzak sevgililerin
Bütün gün aklımda bu, neye baksam
Yürek dayanmıyor.
Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım
Her gece, gölgesi gelir diye düşümde
Yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın.

-Li Tai Pe-

19 Ağustos 2007 Pazar

Sözler Eğrilir

sözler eğrilir göz göze
görünmez bükük boynum
siyah örtüsüne gecenin,
iyice sarılınca
yalandır kıvrımı suyun,
titreşen kıyıda
kumdan kalelerim de yalan
kaçıp giden sayfamdan

sözüm düşer geceden
yoluna serpilir endam

aşka en yakın içkidir içtiğim
başı hoş edendir bu naz
koklasam yosununu dökecek göz
dağılacak nefesimden saçları.

heykel


6 Temmuz 2007 Cuma

KARŞIN’IN SATILDIĞI KİTABEVLERİ


ANKARA

DOST KİTABEVİ
KARANFİL SOKAK NO:11/A KIZILAY/ANKARA
TEL:0/312/4172901

DOST KİTABEVİ
KONUR SOK NO:4/A KIZILAY/ANKARA
TEL: 0/312/418 83 27
BİLİM SANAT
KONUR SOK NO:11/A KIZILAY/ANKARA
TEL:0/312/418 75 22

İMGE
KONUR SOK.NO:17/A KIZILAY/ANKARA
TEL:0/312/4199310-11

İNDEX
SELANİK CAD.NO:1/B KIZILAY/ANKARA
TEL:

ARTI MÜZİK
ARCADIUM ALIŞVERİŞ MERKEZİ NO:223-224 ÇAYYOLU/ANKARA
TEL:0/312/2406545
İZMİR

İLETİŞİM KİTABEVİ
1443. SOK.48/A ALSANCAK/İZMİR
TEL:0/232/4632301

KABİLE KİTABEVİ
859.SOK NO:3/B-C KONAK/İZMİR
TEL:0/232/4253758

YAKIN KİTABEVİ
KIBRIS ŞEHİTLERİ CAD.1464.SOK. NO:6/A ALSANCAK/İZMİR
TEL: 0/232/421 81 69

PAN KİTABEVİ
1713 SOKAK 17 / A-B TİYATRO SOKAĞI KARŞIYAKA/İZMİR
TEL : 0/232/369 11 99

KİTAP PARK KÜLTÜR SANAT MERKEZİ
PİRİNÇ CENTER ARKASI HİSARÖNÜ/KEMERALTI/İZMİR

İSTANBUL

ANADOLU YAKASI


NEZİH KİTABEVİ
MÜHÜRDAR CAD. NO:68 KADIKÖY/İSTANBUL
TEL:0/216/4501010

İMGE KİTABEVİ
MÜHÜRDAR CAD. NO:80 KADIKÖY/İSTANBUL
TEL:0/216/348 60 58

SEYHAN KİTABEVİ
MUVAKKİTHANE CAD. NO:9 KADIKÖY/İSTANBUL
TEL:0/216/414 12 53

NEMESİS KİTABEVİ
YALI MAH. ESKİ BELEDİYE SOK. NO:6/12 MALTEPE/İSTANBUL
TEL: 0/216/442 87 48

AVRUPA YAKASI

KABALCI KİTABEVİ
ORTABAHÇE CAD. NO:22-24 BEŞİKTAŞ/İSTANBUL
TEL:0/212/327 33 22

MEPHİSTO KİTABEVİ
İSTİKLAL CADDESİ NO:125 BEYOĞLU/İSTANBUL
TEL:0/212/249 06 96


PANDORA KİTABEVİ
İSTİKLAL CAD. BÜYÜKPARMAKKAPI SOK. NO:3 BEYOĞLU/İSTANBUL
TEL:0/212/243 35 03

YAPI SANATEVİ
İSTİKLAL CAD. RUMELİ HAN C BLOK KAT:3 NO:88/35 TAKSİM/İSTANBUL
TEL:0/212/244 77 72


ESKİŞEHİR

ADIMLAR KİTABEVİ
HOŞNUDİYE MAH. BAYRAK SOK. NO:9
(DOKTORLAR CAD. AKBANK ARKASI) ESKİŞEHİR
TEL:0/222/221 62 29

İNSANCIL KİTABEVİ
İSTİKLAL MAH. YEŞİLTEPE SOK. NO:33 ESKİŞEHİR
TEL:0/222/221 34 41

ADA KİTABEVİ
ESKİŞEHİR

KEDİ KİTABEVİ
İSTİKLAL MAHALLESİ PORSUK BULVARI NO:67/B ESKİŞEHİR

SAMSUN

DİZE KİTAP
İSTİKLAL CAD. 34/A SAMSUN
TEL:0/362/435 55 85

DENİZ KÜLTÜR MERKEZİ
İSTİKLAL CAD. 57/B SAMSUN
TEL:0/362/432 35 47

KİTAPÇI
ULUGAZİ MAH. İSTİKLAL CAD. NO:35 SAMSUN
TEL:0/362/432 97 97

MERSİN

ÜTOPYA KÜLTÜR MERKEZİ
ÇANKAYA MAH. 108 CAD. NO:3/1 KÜÇÜKHAMAMDURAĞI/MERSİN
TEL:0/324/238 51 52

7 Haziran 2007 Perşembe


Festival, Konser, Sergi 5. Kadıköy Sanat Günleri
Gün boyu kermes, resim sergisi, imza günleri, akşamları şiir dinletisi, konser, animasyon gösterileri...
Etkinlik Programı:

8 Haziran Cuma Saat: 18:30 Konser: Cengiz Alkan, Kry (Koray Alan) , Hakan Ergün ve Ebru Çağlar 'Mucize' adlı albümü ile katılıyor. 9 Haziran Cumartesi, Saat: 18:30 Şiir Dinletisi: Gökhan Karaduman, Levent Saral ve Ramazan Atasorkun Mini Konser: Prens Baha Konser: İrem Özdemir ve Bikem Şahin 10 Haziran Pazar Saat: 18:30 Konser: Kemal Kutlu, Hakan Ergün, Bülent Yüksel ve Zeliha Sunal Animasyon Gösterisi: Grup Manço

özgürlük parkı selamiçeşme'de
9-10 HAZİRAN CUMARTESİ VE PAZAR GÜNLERİ SAAT 14.00'DAN SONRA
EVİN OKÇUOĞLU
KİTAPLARINI İMZALIYOR.
SAKIN KIZMA ANNE
KONUŞAN EŞYALAR
ÜNLÜ BESTECİLER
ÇOCUK EMEĞİ ÖYKÜLERİ
TOPRAK ÖYKÜLERİ
ŞİİR BAHÇESİ
ve çeviri kitap
KOSOVALI KIZ ZANA

3 Haziran 2007 Pazar

YENİ BİR DERGİ


Her şeye KARŞIN edebiyat-sanat-düşün
İki yüz tane dergiden söz edildiği bir ortamda –kim bilir, belki de- iki yüz birinci dergi olarak çıkmak... neye, kime KARŞIN çıkmak? KARŞIN, ‘birbirinin aynı dergilerden bir tane daha’ olmak değil; mevcut okurlar yanında, dergiciliğe yeni okurlar kazandırmak, özellikle de gençliğin edebiyat ve sanata yönelmesine katkıda bulunmak için çıktı...KARŞIN, mevcut dergilerdeki yazar kadrosuna, olabildiğince farklı kalemleri de katmak, kazandırmak için çıktı. KARŞIN, yıllar önce dergilerden kalemini ayırmış değerleri yeniden bu alana döndürebilme amacı yanında, dergilere yazı yazmayı hiç aklına bile getirmemiş kalemler de okurlarla buluşsunlar diye çıktı...KARŞIN, “Bir şairden dört sayfalık şiir yayımlayacağıma, dört şairden birer sayfalık dört şiir yayımlarım” düşüncesiyle sanatçının sanatının sınırlandırılmasına KARŞIN çıktı...KARŞIN, hazırladığı dosyasıyla, gerek kapsam gerekse şekil olarak her dosyanın farklı tarzda hazırlanması gerektiğini hatırlatmak için çıktı...KARŞIN, ‘Bir Garip Yaprak’ları günümüze taşıyarak, okurlarına hem geçmişin nostaljik kırıntılarında bir gezinti yaptırmak, hem de genç nesillere edebiyat-sanat tarihimizde kilometre taşları olan değerleri sunmak için çıktı...KARŞIN, bir derginin hesaplaşacağı en büyük rakibinin bir önceki sayısı olması gerektiği düşüncesiyle çıktı...
İÇİNDEKİLER
Seval Deniz Karahaliloğlu / sunu / Attilâ İlhan’ın Son İzmir KonuşmasıAttilâ İlhan / anlatı / Parola Vatan, İşareti NamusCan Yücel / şiir / Damdan Damlaya Damlaya Göl Olmaz YaHasan Hüseyin / şiir üzerine / İstim Arkadan GelsinErgin Günçe / şiir / F/M Parkında Bir İkindi SonudurSeval Deniz Karahaliloğlu / söyleşi / Tiyatroya Adanan 60 Yıl: ÖZDEMİR NUTKUÖzdemir Nutku / sanat-tiyatro / Tiyatroda Deney ÜzerineAyten Mutlu / şiir / Uyandırmak İçin SeniCansu Göktan / şiir-inceleme / Aşk Döngüsünde Bir İrlandalı: YEATSCandan Selman / çev. şiir / Martin Espada-General Pinochet Kitapçı DükkanındaNilgün Aras / düşün / Akıllı Parçacıkların Amaçsız Oyunu ve Buna Ağır Bir Bedel Ödeyen Akıllı Yaşam ÜzerineBarbaros Uzunöner / sanat-tiyatro / Olmuş Bi’kereSerap Işık / sanat-radyo tiyatrosu / Hep Narindir Radyo OyunlarıDr. Dilek Tunalı / sanat-sinema / Sinemada Bağımsız Bir Deha: JIM JARMUSCHAslı Durak / şiir / KırılganMahzun Doğan / şiir / UzakHidayet Karakuş / şiir / Yaz ÇalışmalarıAhmet Gündaş / şiir / CinnetSelvin Canbeyoğlu / anma / Yazmak ya da ölmek : VIRGINIA WOOLFVirginia Woolf / öykü / Pazartesi ya da SalıDemet Günoğlu / öykü / Kelepir HayatlarYapı Sanatevi Etkinlikleri’nden / sanat-sinema / Film OkumaCharlie Chaplin: Kapitalizmin “Modern Zamanlar”ıHilal Lüle / görüş / Var Olmak mı? Yok Olmak mı?Evin Okçuoğlu / düşün / Yüzeysel ve BalıklamaAli Bozca / görüş / Aydınlar Derdi Bir Halkın Üreme OrganıdırMavisel Yener / öykü / Mağara GülleriDuygu Ergun / öykü / Antikacı KadınHüseyin Yurttaş / öykü / Paşama KahveAydan Yalçın / halk edebiyatı-anma / Ödünsüz Bir Anadolu Aydınlanmacısı: AŞIK VEYSELA.Uğur Olgar / şiir / İnsan: Yalnız ToprakHülya Deniz Ünal / şiir / Herke Kendi Gölgesine SığınırFadıl Oktay / şiir / Kafka’sal Salınımlar Adnan Durmaz / şiir / Bir Şarkı SöyleZeki Halûk / öykü / Dayım mı Geliyormuş?Yeşim M. Koyuncu / öykü / Savunma MekanizmasıLevent Mete / görüş / Aşırı Uyum HastalığıOğuz Tümbaş / şiir / Hüzün Gölgesini Gezdirir SokaklardaS. Aylin Antmen / şiir / Vuslat AğacıAli Hikmet Eren / şiir / Evin İyi HaliFeride Özmat / şiir / Pas de DeuxBetül Akdağ / şiir / UtanÇTarık Aslan / şiir / PandoraHande Dipligüneş / şiir / Hep Melektin Gecelere; Hecelere İsyanHacer & Yavuz Özmakas / edebiyat-saygı / TOKADİZADE ŞEKİPİsmail Cem Doğru / edebiyat-eleştiri / Şiir Miras mıdır?Fergun Özelli / şiir / SevinçPerihan Baykal / şiir / MaviAyhan Can / şiir / İzmir MektubuAyten Çolakoğlu / şiir / Agresif MelekAydan Yalçın / şiir / MasalAyten Suvak / görüş / Damar Damar Yıkıntı Bir Zamanlar KartaldıSeval Deniz Karahaliloğlu / paylaşım / Hayatı Kaçırmakİlknur Turan / öykü / Sen Çok Yaşa E miFadime Uslu / öykü / Her Şey YolundaKâmuran Esen / öykü / Lafı UzatmakMurat Türkmen / öykü / Çöp KadınAynur Özbek Uluç / öykü / Minyatürler, Minyatür GörüntülerHaluk Alp Çelik / çizgi öykü / Makus TalihAlternatif Gençlik Ekin Göktan / şiir / KüllerYağız Yüksel / öykü / BukağımÖzgür Yenigün / şiir / Beyhude
KARŞIN’IN EKLERİ
1- KARŞIN DOSYA“Edebiyat ve Diğer Sanat Disiplinleri Arasındaki Etkileşim”Seval Deniz KarahaliloğluTayfun Kocaman (fotoğraf)
Ercan Yenal (opera)Malik Bulut (heykel)Andre Prokovsky (bale)Fikret Hakan (sinema)Ahmet Rüştü Doğan (resim)Bülent Arın (tiyatro)Fatih Mika (gravür)Rengim Gökmen (klasik müzik)
2-YAPRAK GAZETESİOrhan Veli KanıkYıl:1 Sayı:11 Ocak 1949

25 Mayıs 2007 Cuma

Yokum

Akıyor ayaklarım
Dünya akıyor
Döküldüğüm kap sonsuz
Basacak yer yok
Sokak akıyor
Düş ayrımında
Aşk şaşırmış adresi
Kapım çalıyor.


Evin Okçuoğlu

15 Mayıs 2007 Salı

SAPLA SAMAN

Geçenlerde bir arkadaş sordu “Neden bayrak asmadın bakiym?”
“Düğün değil bayram değil neden asayım” dedi diğeri.
Atatürkçü laik gençlere burs veren bir vakıftan burs alan bazı gençler de, eğer mitinglere gelirlerse ya da mazeret bildirirlerse burslarını alabildiler.
Bu kritik günlerde, bazı tutumlarım demokratik olmasa da olur demeye başlayanlar var.
Ordu gelsin de bütün bu aymazlıklar sona ersin diyenler var. İşte faşizmin kitle tabanı böyle böyle oluşur. Konunun temeline bakmak gerek:
Dinci sermayeye sıcak bakan hükümet, devlet ihalelerini kendi tarafından sermaye gruplarına veriyor. Geçmişten bu güne pastadan büyük pay alan ve uluslar arası sermaye haline gelmiş olan diğer bir sermaye grubu zaten kendi kulvarında gücünü koruyor.
Bir kesim ise geriletiliyor ve çok rahatsız. Krizlerini karşı sermaye grubunun “dinci” oluşuna karşı toplumda bir karşı tutum yaratarak seçimlerde aşmayı tasarlıyorlar. Kapitalizm, küçük esnafı tekelleşme potasında eritirken ses çıkarmayanlar, özelleştirmelerde sendikalar “hayır” derken, Atatürkçü milliyetçi devletçilikleri uykuda ama özelleştirme ihalelerinde ucuza kapatmalar için uyanık mı uyanık olanlar, laikliği “biz de müslümanız ama … “ diye iki yüzlü sürdürüp kadının başındaki örtü ile sınırlı sananlar, meydanları dolduran statükocu-askerci hale getirdikleri kalabalıkları kullanarak baskıcı sistemlerin kitle tabanını oluşturmak niyetindeler. Bunu çok net söylemek gerek.
Yaşadığımız kalabalık toplaşmalar rahatı kaçan bir sermaye kesiminin icazetli gövde gösterisidir. Emekçilerin kavgası hiç değil.
İçten yurtseverlikle oralarda bulunan insanlarımızı tabii ki anlıyorum. Kendi başıma gelen bir örnekten yola çıkayım. Bergama’da siyanürle altın aramaya karşı oldum. Belden yukarısı çıplak eylemci köylülerimize alkış tuttum. Sonra Hablemitoğlu öldürüldü. Altın aramacı iki yabancı devletin çekişmesinde bir taraftan yana olmuştum. Ama içtenlikle ve canı gönüldendi bu. Bazıları ise yabancı vakıflardan meğer fonlar alıp da eylemcilikteymiş. İşte bu nedenle anlıyorum içten arkadaşlarımızı. Ama bilmeleri gerek ki Anti – emperyalistliğin ardına anti kapitalistliği eklemedikçe sonuçsuz kalır. Bizler de kendimizin sandığımız nefretlerimizi birbirimize savurur dururuz. Çünkü sermayenin kitleyi yönlendirme oyunları böyledir. Nefreti kendi üzerinden uzaklaştıracak bir şey mutlaka bulunur. O nedenle zaman zaman farklı etnik köklere kin ve düşmanlığı körüklüyorlar. Zaman zaman da dinciliğe karşı refleksleri yükseltiyorlar.
Onlar ne tepki biçmek istiyorlarsa o etkiyi verecek olayları da tırmandırmasını bilirler. Avrupa fonlarıyla yapılan Atatürkçülük yüzeyde kalır. Günümüzde sendikalar da Avrupa fonları alıyor, partiler de. Emekten yana olup da kendi gücünden başkasına bel bağlamayanlar ise her dönemde ezilip yok edildi, ediliyor. Sistem, insanları etkisizleştirmek için ya satın alıyor, ya yıpratıyor, ya da eğer çok önemli konumdaysalar yok ediyor.
Her şeye karşın güzel bir geleceği hak ediyoruz. Dünyanın gerçek üreticisi olan emekçilerin partili savaşımının başarısına olan inancımızı koruyoruz. Bugün için savrulmuş olmak yarın için umutsuz olmamızı gerektirmez. İnsanoğlu tüm dünyada benzer sancıları yaşıyor. Ve bu sancıdan doğacak olan emekten yana; daha da genişletilmiş olarak insandan, doğadan yana, sevgiden yana olan yepyeni bir hayattır.

30 Nisan 2007 Pazartesi

1 Mayıs

1 MAYIS MARŞI
Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor

Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider

(1 Mayıs marşı, B. Brecht'in, Gorki'den sahneye uyarladığı Ana adlı tiyatro oyunu için 1974'te bestelenmiştir. Söz ve müziği Sarper Özsan'a ait olan marş, Cem Karaca ve Dervişan,Grup Yorum tarafından seslendirilmiştir.)

11 Nisan 2007 Çarşamba



Yazar Evin Okçuoğlu'nun 2006 yılında çıkan 6 kitabından üç tanesinin kapağıdır. (Çocuk edebiyatı -öykü- çocuklar için şiir)
Kapaklar: Sakın Kızma Anne
Çocuk Emeği Öyküleri
Şiir Bahçesi

8 Nisan 2007 Pazar


Köylük yerde de
Taş taş üstüne dizilmiş
Çekilmiş sınırlar.
Oysa her dalda açan
Aynı bahar.

7 Nisan 2007 Cumartesi

SAHNE

Sahne Bir Çekim Bilmem Kaç

Demokrasiyi bir takiye sandalı gibi kullananların bir gün alabora olduğumuzda gerçek denizine düşmeleri sonrası boğulmamak için tutunacak pek dalı kalmayacağa benzer. Sorunu demokrasiyi araç etmek mi amaç etmek mi, ya da kulluk mu özgür insanlık mı bağlamlarında dolaştırmaktan çıkıp da bir de şu açıdan bakmayı denesek: Ulus üstü sermaye, Türkiye’ye yaptıracağı ekonomik uygulamalarda kamuoyunun tepkilerini düşünerek en çok sıkıntı çekeceğini düşündüğü şeyleri bu son iktidara yaptırdı. Geriye pek bir şey kalmadı. Artık yapılan ve geri dönüşümü çok zor hale gelen bu ekonomik kararlar ve kadrolaşmaların kalıcılığı için daha da baskıcı olmaktan başka seçenekleri yok. Sorun laik anti laik olmak değil, bir şekilde baskı kuracak yönetim oluşturmak. Toplumun ekonomik sıkıntıları, devletin erkiyle birlikte ekonomisinin de ulus üstü sermayenin tam denetimine geçişi yaşanırken toplumun etnik ve dinsel konularla oyalanması yöntemi nedense hiç eskimiyor.
Kimliksizleşen insanlar kendilerini bir etnik kimlikte var etme çabaları sürdürürken öte yanda tüm güvendikleri ve bel bağlanan ulusal içerikli kavramlarının içleri boşalmış haldeyken, anlamlı bir düşünce ile ortaya çıkan da kimse olmayınca olacak olan budur.
Ülke küçük burjuvazisi kendi özgürlüğünün ümmetlikle kısıtlanacağı kaygısı dışında bir kaygı duymadığı için konuyu laiklik etrafında döndürmekten ötesine bakamaz.
Ülkenin ulusal olarak bilinen üretim araçlarının özelleştirilmeye başladığı dönemlerden beri devletin küçülme süreci başlamıştı. Artık ulus üstü sermaye yerli ve yabancı sermaye farkını silmekteydi. Buna karşın milliyetçi etnik bakışlı kesim yaşananları kendi etnik kimliklerinin yok edilişi diye yorumladılar. Oysa sadece bu ülkede değil tüm dünyada özelleştirmelerle devlet devreden çıkarılmaktaydı. Sermeye artık devlet yükü taşımak istemiyordu. Şirket kimlikleri oluşmaya başladı bile. Acımasız bir dişlinin içinde olduklarını ve üretim süreçlerini yürütenlerin lehine tüm dünyada yaşanacak bir kalkışma olmadan da yaşananların çözülemeyeceğini göremediler.
Sandılar ki, bu yabancı devletin kendilerine şahsen-millet olarak düşmanlığı-kastı var. O nedenle milliyetçiliklerine anti emperyalistliği giydirmeye çalıştılar. Bunu bir adım öteye götürseler, olaya sınıfsal bakacak olsalar, tarihsel belleklerindeki beyin yıkanmışlıklarına varacak diye düşünsel akışlarına dur dediler. Güç peşindeydiler. Ama güçlü olanın gücünün üretim araçlarını elinde bulundurmaktan kaynaklandığını görmek yerine damarlarındaki kandan gelene bel bağladılar. Güç hevesi, sadece büyümek ve genişlemek, başka devletlere kafa tutabilmek sınırlarına hapsedilmişti.
Seçim dönemlerinde öne çıkarılan yergilere baktığımızda; başbakanlıktan gelen, “egemenlik Allah’ındır”; maliye bakanlığından gelen “satarım her şeyi” söylemine karşı milli ve laik bir tepkinin ötesinde bir tepki verebildiğimizde ve bunu yaygınlaştırabildiğimizde umutlarımızın gerçekleşmesini uzak geleceklerden daha yakına çekme şansı doğabilecek. Çünkü bu senaryoları halk yazmıyor; nasıl bir ortam oluşsun istiyorlarsa, nasıl tepkiler verilsin istiyorlarsa öyle etkilerde bulunuyorlar. Sahne ve dekoru kuran onlar, oynayan halk oluyor.

26 Mart 2007 Pazartesi

Dünya Tiyatrolar Günü 27 Mart


Bu Oyun Oynanmamalı

Dünya Tiyatrolar Günü 27 Mart… Tiyatronun sanat dalları içinde edebiyata komşu olması ve alımlayanıyla yüz yüze olan yanı beni hep etkilemiştir. Sahne ve koltuklar arasında kurulan sihirli bağı solumaya alışınca bırakamaz insan… Salonların dolu olmasına aldırmadan, ne yapıp edip bir yer bularak izlediğim oyunlar olmuştur. Bir tiyatro sezonunda ne çok izlenecek oyun var diye sevindiğim zamanlar da oldu. Bu oyunlardan biri de Bu Oyun Oynanmamalı idi. Günümüzde politik alanda oynanan oyunları gördükçe de aynı başlık aklıma gelir.
Tiyatrolarda oturup o ‘sonuç’u izlerken, bunun bir de uzun emeklerin harcanarak hazırlandığı ‘süreç’ kısmını düşünürüm. Provalara gelene kadarki hazırlıklar, giysi, müzik ve nihayet prova…
Televizyonlardaki diziler acaba tiyatroya rakip oluyor mu? Hayatımızın her alanında olduğu gibi gönlümüzü beslerken de ekonomik koşullarımızın kıskacında olmamız nedeniyle, sanatın alılmayıcısız kalmasına üzülüyorum. Piyasada yemek, içmek, giymek için ucuz olana yönelen halk, sanat ürünlerinde de aynı yola sapıyor. Ama yine de böyle davranmak zorunda bırakılan insanlarımızdan yakınmak da bir yol değil. Tüm ekinsel ürünlerde olduğu gibi, tiyatroda da kısıtlı olanaklar hem tiyatro çalışanlarını hem de izleyenleri etkilemekte. Çözümler ise, ya dış destek, ya kaliteyi düşürmek ya da çekicilik adına özü boş ürünler sergilemek oluyor. Gerçek bir çözümün ise belki de yeri köşe başlarında. Sokaklara çıkmaktan söz ediyorum, duvarları yıkmaktan ve sanatı insan kalabalıklarının içinde yapmaktan. Brezilyalı tiyatro yönetmeni Augusto Boal’ın yaptığı gibi… Boal Ezilenlerin Tiyatrosu adını verdi tiyatrosuna… “İnsanın bütün faaliyetleri politiktir ve tiyatro da bu faaliyetlerden biridir” diyen Boal, tiyatronun etkili bir silah olduğunu da belirtiyor. Tabii ki bu silahı kimin kullandığı önem kazanıyor burada. Boal: “Egemen sınıflar tiyatroyu sürekli olarak elde tutmaya ve bir hükmetme aracı olarak kullanmaya çabalamaktadırlar… Ancak tiyatro bir özgürleşme silahı da olabilir,” diyor. Bizim ülkemizde de özgürleşme adına yapılan tiyatro çalışmaları oldu. Egemenlerin sık sık saldırısına uğrayan, basılıp engellenen tiyatro salonlarında hiç bulunmamış olabilirsiniz. Ama yine de ortada güçlü bir silah gibi duran tiyatro yöntemiyle neyi nasıl söylediklerine bakıyor olmalısınız. Dünyanın daha fazla beklemeye gücü kalmadı. Zaten Boal 25 Ekim’de Tom Magill’in yaptığı söyleşide bakın artık devir ne devri diyor:
“Tom: Augusto, çalışmalarının çoğunun sonucu bu güne kadar olanın; oyuncu ve seyirci farklılığı, hayal ve gerçek farklılığı, iç ve dış, genel ve özel, yurttaş ve yasa yapıcı farklılığı gibi güvenli görünen sınırların/engellerin yıkılması. Yakın gelecekte başka ne gibi engelleri yıkmayı istiyorsun ve neden?
Boal: (Gülerek) Sanırım bütün engeller zaten yıkılıyor ve şimdi düşündüğüm, yıkmak yerine bazı sınırları güçlendirmeliyiz. Dünyada var olan en korkunç şeylerden biri olan ırkçılığa karşı yeni duvarlar kurmak. Irkçılığın bir biçimi; kabul etmemek demek olan, diğerinin varlığını kabul etmeyen hoşgörüsüzlüğe karşı bir duvar. İnsanlığın yarısı olan kadınları köleleştiren cinsiyetçiliğe karşı bir duvar. Hepimizi robot yapmak üzere kendimizin klonları haline getiren küreselleşmeye karşı bir duvar; yani engeller koyma zamanıdır, hoşgörüsüzlüğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve küreselleşmeye karşı etkin savaşım için duvarlar yapma. Ve insanları yeniden bir araya getirme.”
Kimimiz elinde fırça boya ile, kimimiz kalem kağıtla, kimimiz sahnede olabiliriz. Bazen kişisel kaygılarımızı, korkularımızı bazen toplumsal sorunları sanatla edebiyatla anlatırken unutmayalım ki en önemlisi sevgiden kaynaklanan üretkenliği, bunun verdiği gücü de yürek dolusu haykırmak gerektiğidir…
Ezilenlerin tiyatrosunun duvarları, yarının özgürlüğüne engel olan her şeye karşı yıkılmaz olsun.

23 Mart 2007 Cuma

Şiirli Haydarpaşa/şiir yollarda

Anneannem İstanbul'un banliyösünde Pendik tarafında otururdu. Her hafta sonu Haydarpaşa'dan kömürlü trenle bir saatlik yolculukla giderdik. O kara trenin penceresinde izci giysili bir fotoğrafım bile vardır.
Gara girince serinler insan. Güvercinler uçuşur yüksek tavanlarında. Sarı pirinçten gişe demirlerine asılıp bilet alınıncaya kadar da olsa sallanmayan çocuk yoktur. Bavullarıyla bekleşenler için şimdi pek kullanılmayan bekleme salonu vardır. İnsanlar uykulu gözle bakar etrafa sanki. Gar lokantaları her yerde böyle mi kokar. Garın tek demlenme noktası olan bu lokantada uzatılan
vedalarda iki kadeh atılıverir.
Haydarpaşa'yı bir de vapurdan izlemelidir. İnsan kalabalıkları akın akın o küçük tarihi iskeleden yıllarca işe gitti. Trenden çıktı, vapurda Kadıköy'den binenlerden kalan yerlere oturmak için garın merdivenlerinden telaşla indi bir tarafında denizle kucaklaşırken bir tarafında Anadolu kapısı açılmakta…
İstanbul'un kapısı diyorlar Haydarpaşa'ya. Oysa o benim için Anadolu kapısı…. Böyle yazmışım bir şiirimde…
VAPURDA

Bu kaçıncı İstanbul sabahı yaşadığım,
Huysuz bir silkinmesiyle
Üzerimden attığım mahmurlukla.
Bu kurulan kaçıncı dostluk,
yabancı bakışlarda yolcu yolcuya
.

Bu kaçıncı kaçırış vapurları,
Simit peşinde izimi süren martılarıyla.
Mendirek güvencesinde
Bu kaçıncı lodos sersemliği.

Sarayburnu'nda, Galata'da
Denize sarkan umut oltalarıyla
Değişen suların karanlığında
Bu kaçıncı görme hevesi
Bir yunus sürüsü daha.

Ve kaçıncı boğaz turu çağrısı.
Yazın güverte perişanlığında
Kışın kapalının buğusunda,
Bu kaçıncı şiir İstanbul'dan demir alan
Anadolu kapısı Haydarpaşa'ya uğramadan.


Artık başka ülkelerin tarihsel şehir dokusuna gösterdiği özeni imrenmek istemiyorum. Bir şeyler öylece orada kalmalı. Torunlarla paylaşılan ortak mekanlar olmalı. Bak ben burada ilk kez el ele tutuştumdu dedenizle demeli nineler. İşte şu perondan bindim trene ve Anadolu'yu boydan boya gittim dedenizle… Ta Tatvan'a kadar bir yolculuğa açılan bir kapıdır Haydarpaşa.

Anılara kıymamak, anıların simgesi yapılara kıymamak için orada olmalıyım. Nasıl ki Üsküdar'daki evimizin balkonundan seyrederek büyüdüğüm Haydarpaşa'dan da bakınca karşıda gördüğümüz Topkapı, Sultanahmet Ayasofya slüetini yok edemezsek, Haydarpaşa'yı da yok edemeyiz. Şehrimi kimliksizleştirmesin kimse. Organlarını eksiltmesin.
Evin Okçuoğlu

21 Mart 2007 Çarşamba

Gelinler

Daha derin uykudaydı dağ
Üşüyordu ayazda yamaçlar
Gelin oldu gözü kara kızlarım


Suya ermemişken ayakları
Bastılar çıplak karanlığa
Yüz görümlükleri çiçeksiz taçlardı

Narin türküleri vardı dile gelmeyen
Allı güllü basmadan hevesleri solardı
Gülüşleri sandık lekesiydi çeyiz beyazı yüzlerinde

Eksik etektiler beslenmediler aşkla
Oyun dışında kaldı döl vermeyenler
Yine de kor yanığı baktılar erkeklerine

Soldukça budadılar kendilerini
Üşüdükçe düş sardılar yarına
Çözdüler örgüsünü gecelerin.

Çocukluğum

Posted by Picasa HANİ

Hani yağmur yağacaktı bugün

Toprak doyacaktı

Hiç evden çıkmayacaktık

Sen dü şeş atacaktın hayata

Ben hep yek

Hani yaşlanacaktık
Yağmuru seyrederek...

Hatice Nalban'ın Tablosu

Heykelle Fiskos

Posted by Picasa

20 Mart 2007 Salı

Dökülelim Hayatın Kalıbına

Dökülelim Hayatın Kalıbına

Gel konuşalım
Bugün sıradan bir gün, akış aynı
Ağladığımız yerli filmden çıkma kötü adamlar

Gel ağlayalım
Nasıl değiştirdik konuyu birden
Gülüşler çocukluktan kalma dudak kıyımızda

Gel gülelim
İster soluk bir gülüş, ister şen kahkaha
Susunca yabancılaşır kırık aynada yarım bükülmüş dudak

Gel susalım
Bir başka dille anlaşsın ufukta gökle deniz
Sarmaş dolaş olalım umutların birleştiği yerde limansız

Gel sarılalım
Kaldırımsız yollarda toz ter içinde komşudan erik incir tadalım
Arınacak yerlerimize dokunalım, yürek ağızda

Ah, hadi gel arınalım
Karanlıkta çakarken anlar derinlemesine
Dökünelim yıldızları baş aşağı, taşıralım hayatı son damlasına kadar.

Soluk

Soluk


Kapıdan girer girmez büyük bir boy aynası var. Kendisini karşılıyor gibi oluyor insan. Odalara hiç girmedim. Doğruca salona geçtim. Koltuklar krem rengi. Mobilyaların kahverengisiyle uyumlu. Ne işim var burada? Keşke o gazete ilanına kulak asmasaydım. Genç yaşta bakıcılık yapmak için deli olmalıyım. Üstelik bir yaşlıya bakmak… Ev sahibi kibarca oturmamı söylediğinde çoktan pişman olmuştum. Adamın bana tepeden tırnağa baktığını hissettim. Derli toplu giyinmiş cıvıl cıvıl bir genç hanım izlenimi verdiğimi umuyorum. Aklı havada bulsa da ne zaman başlayabilirsiniz demese diye umarken gözüm sehpadaki bardağa takıldı. Ruj izi çok belirgin olmasa belki o kadar dikkatimi çekmezdi. Adam sakin bir şekilde konuşmaya başladı.
“Ben yalnız yaşıyorum ve iş nedeniyle gün boyu evde olamıyorum. Annemin sağlığı uzun süren tedavilere cevap vermemesi nedeniyle gün geçtikçe kötüleşiyor. İlaçlarını vermek sohbet etmek ve tuvalete götürmek için bir yardımcıya ihtiyacı var.”
oturduğum yerde biraz kıpırdandım.
“Anlıyorum…”
“Ücret konusunu ilanda belirtmedim ama sanırım sizin beklentinize cevap verebilir.”
“Aslında ben pek bakıcılık işinde deneyimli değilim…” diyecek oldum ama adam gözünü benden ayırmadan devam etti.
“Ulaşım ile ilgili masrafınızı da ayrıca ödeme yoluna gidebiliriz yeter ki ben evden çıkmadan gelmiş olun.”
“Kendisiyle tanışsak… Belki… ne bileyim hoşlanmadığı birisiyle bütün günü geçirmek zor gelebilir…”
Hiçbir engel tanımayan bu kabul edişler sonunda ertesi günü işe başlamak üzere evden çıkmadan önce yaşlı hanımefendiyle kısa bir tanışma için arka odaya gittik. Yatağının kenarında ilaç kutuları, kolonya, bir vazoda şebboylar… Uykulu bir sesle selamladı beni. Grileşmiş saçları başına yapışmış, günler önce toplanmış topuzu eski kemik firketelerle tutturulmuştu.
Hiç itirazsız kabullendi beni hanımefendi. Öyle hırçın ve aksi biri değil. İşim kolay olacak diye içimi ferahlattım. Birlikte ölüm gelene kadar sürecek bir dostluk kurmamız çok sürmedi. Bana “kızım” diye sesleniyordu. Gün geçtikçe ışıltısı azalan gözlerinde çaresizlik büyüyordu.
Çalışmaya başlayalı üç ay olmuştu. O sabah geldiğimde kapıda beni karşılayan aynaya baktım yine. Ama ev sahibi beyin telefonla konuştuğunu duyuyor, kendisini göremiyordum.
“Evet, abi sen ilk uçakla gel istersen. Biz cenazeyi bekletiriz. ….Eyüp’deki kilisede olacak evet.”
Daha fazlasını dinlemeden hanımefendinin odasına koştum. Yatak boştu.
Her gün vazoya yeni bir demet çiçek getirmemi isterdi. Eski çiçekleri alıp yeni getirdiklerimi koymak için mutfağa gittim. Sonra odasına döndüm. Her sabah okumamı istediği gazeteler birikmişti. Onları da topladım. Beyefendi ile vedalaşma zamanıydı. Evden çıkıp kaldırımlarda yürümeye başladığımda mağazaların tabelalarını, gözüme ilişen bütün yazıları istemsiz olarak içimden okurken adımlarım hızlanmaya başladı.
Günün Menüsü
Son Çıkanlar

Durak Cafe
Tünel Birahanesi
Eleman Aranıyor…