ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bulutla Dantellenir Ay




ay buluta girse de sızar ışığı
özlemdir örtündüğü
bulut kendini dokur seviden
tel tel sızlar
bulutla dantellenir ay

ıssız uzanışı ağaçların karanlığa doğru
ellerimdir

parlak gümüş giysili ayla
bulutun dansı
girer düşlerime sisler arasından

gece derin derin solur
gece ağzı açık bir mağara
uyutur ellerimi
özlem estikçe açılır saçılır ay
çırılçıplak kalır aşk.

Evin Okçuoğlu

2010 ağustos Berfin Bahar dergisinde yayınlanmıştır.
25 ağustos Milliyet Nail Güreli köşesinde yayınlanmıştır.

İNSANCIL DERGİSİNE MEKTUP


Molla Demirel’in 239. İnsancıl’da yazdığı “1Mayıs İşçi Bayramı ve Kargaşa Üzerine” (sayfa: 24) adlı yazısını okudum.

Yazının temelindeki yaklaşım; hapishane günlerinden örneklerle başlayarak, farklı fıraksiyondaki kişilerin 1Mayıslarda bir olması, görüş ayrılıklarını bir kenara bırakmasıydı. Daha sonra M. Demirel, konuyu işçilerin, Türk İş başkanı Mustafa Kumlu’ya Taksim meydanında saldırısına getirerek, aynı şekilde bir yaklaşımda bulunuyor. “Ağaç demiş ki baltaya: Ne yapayım ki sapın benden” güzel deyişini de kendince öyküleyerek, konuyla ilişkilendiriyor.

Sendika baronlarının işçi sınıfı ile dost olması anlamına gelen bu yaklaşıma katılmıyorum. “Bu olumsuzluklara rağmen biz yurt dışında izlediğimiz kadarıyla…” deyişinden anladığıma göre kendisi yurt dışındadır. İşçi sınıfı düşmanının yapacaklarını yapan, demokratik olmayan yapılar içinde işçinin zaten seçmiş olmadığı bu liderleri ağaç balta örneği ile aktarmak, belki yurt dışından bakınca öyle görünüyor olabilir ama Türkiye gerçeği için hiç de mantıklı değil… Oralarda işçi sınıfı ne haldedir bilemem ama, yurt içinde, sendika baronlarını dost gibi göstermeye çalışmak, en büyük oportünistliktir. Özünde işçi düşmanları olan bu görevli kişiler, işçi örgütleri içinde işçinin devrimci gücü açığa çıkmasın diye çaba göstermektedirler. Bunu destekleyen bir yaklaşıma açık olan yazıyı eleştirmekle oportünizme ve dolayısı ile kan emici sömürü düzeneği ile yapılan ideolojik mücadeleye bir katkı yapmış oluyorum. Gerçeğin çarpıtılması işçi düşmanlarının dost gibi gösterilmesi işçi sınıfının sosyalizme doğru ilerleyecek olan yolunda en büyük engeldir.

Tekel işçilerinin içlerindeki sınıf kininin sarı sendika ihanetine karşı biriken öfkesinin tezahürünü de “kargaşa” olarak nitelemek, belki İstanbul valiliğinin kullanabileceği bir deyim olabilir. Tepelerdeki sendika baronlarının, işçi sınıfı düşmanlarının dersini tabandan gelen gücün basıncı ile sendikaların tepesini attırmasının habercisi olan bu “kargaşa” kınanası değil, dikkate alınması gereken bir tepkidir.

Aslında tamamen ayrışmak gereken oportünist yapıları, farklılıkların renkliliği/ mozaiği adları ile bizlere şirin göstermek hatadır; aslında sınıf çelişkilerini örtülemeye yarayan bir “bulaşıklık” sürecini güzel gösterme çabalarıdır. Bulaşıklığı reddederek ayrışmak, yanlıştan kopmak gereklidir.

Saygılarımla

Evin Okçuoğlu

Ağustos 2010 İnsancıl dergisinde yayınlanmıştır.

15 Ağustos 2010 Pazar

UTANIYORUZ

korku gezdi gül bahçelerimizde
sesimiz kısıldı
yabancı bir güzelliğe dönüştü güller
tas tas yemek döktüler uzattığımız kaplara
utandık ayıpladık kendimizi
yine de
aldırmadık hiçbirine
aynalara baktıkça ürktük
çocuklar uzattı boş tencereleri bizim yerimize
kepçeyi tutandan güzel gelecek diledik
yırtılan ar giysisi
yıkılan onur kalesi
aldırmadık hiç
doyduk yarınsız
karardı içimiz
işten atılan kadın inadından utandık
kurulan grev çadırlarının yanından geçirmedik yolu
utandık
plastik kaplarda sadaka yemeklerle doyup gevşedik
kapılarımız kul kapısı
eşiği ezik
çatısı köhne bir korku türbesi
hazır yiyici kölelik
sokaklardan geçtik gizlice
konu komşu görmeden
tıktık eve erzakı
gizlice elektrik
çaktırmadan su getirdik
utandık komşudan
öksürük nöbetleriydi duyulan
küfürler yapıştı duvarlarımıza
kapılar açık
utandık
kaçtık kameralardan
on dakika kamçılanmaktı reklamlar
yemeğe gidiyoruz ekranda
telefon bağlantılarında evleniyoruz her sabah durmadan
kamera dönüyor
başımız dönüyor
gizleniyoruz her sabah utanan yanımızdan
çadırlar grev çadırları
kadınlar yürüyor üstümüze
ellerinde pankartlar
utanıyoruz
bakamıyoruz ellerine
yüzlerinde bir mühür yemin
kadınlar geliyor üzerimize
tencere devrilirse devrilsin
devir devrilsin diyoruz
kazan kaldırıyoruz onun yerine
Evin Okçuoğlu

TER

ıslak çamaşırlara sarınmış
tuzla su salgılayanlardık
hamurlaşmış etten yığılma
birbirine yaslanmış gecekondularda
toz toprak benizli çocuklarımız
güneş kızgın bir oyunbaz
aşkın terine göz açtırmayan
hınzır yakar top gölgesiz

gün geçtikçe
daha da çıplak duruş
daha çok gerçek
inanacak bir şey olsun derdi
anlam yitimi
ağaç gölgelerinde kıpırtısız bencillik
iple çekilen gece

kokusu çıkmış yalanlardan
bunaldık iyice
bulandık birbirimize
kendini yoğuran eli görmeyen
etten hamur halimiz
tuz ve su içinde

inada bindirmiş bir yazdı
mevsim atlatmaca geçim derdi
tokmuş gibi sönük heveslerimizle
kuru ihanet kara yalan kızgın dil içinde
eriyik halimizi birbirine karıştırıp gün saydık
kış umudu saksıda kurumuş topraktı
karanlığa gömülü tohumdu alın terinin yiğit günleri
yağmurlar başlamadan önce

Evin Okçuoğlu

12 Ağustos 2010 Perşembe

ARINMA

ARINMA


Yazın aldığı maaş kesildiği için hamallık yapan, kışın ise sözleşmeli öğretmen olan Baba, bu yaz kalp krizi sonucu öldü. 15 yaşındaki kızı ve 21 yaşındaki oğlu kendilerine yardım etmek isteyen kuruluşu “Daha çok ihtiyacı olanlara verin” diyerek nazikçe reddetti.
Gazetenin birinde iki gün haber oldular. Birinci günkü minik ölüm haberinin manşetinde “özür dileriz öğretmenim” yazıyordu. Kim kimden özür diliyor anlamadım. Kendini insanlık adına sorumlu gören şirin bir basın mensubuna ait olmalı bu manşet... Ertesi gün çocuklara burs sağlayarak yardım etmek isteyenlere “hayır” diyen evlatların haberi vardı. Böylece konu kapandı.
Ölen baba evlatlarına miras olarak insanlık onurunu bırakmış diye düşündüm. Düşüncelerim bazen alıp başını gidiyor. Deniz Gezmişlerin ölüme gidişlerinden belki farklı gibi görünebilir öğretmenin ölümü ama işin özüne bakarsak, ikisinin ortak yanlarını görmek olası. Onurlu bir yaşamda ısrar ettikleri için onurlarıyla öldüler. Şimdilerde kimilerinin enayilik olarak gördüğü, alınteri ile onuru ile yaşamak ve öyle yaşayanların safında olmak açısından, Denizlerle örtüşen bir saftaydı sözleşmeli öğretmen.
Eğer sisteme uyumlu davranışların dışına çıkarsanız sözleşmeniz yenilenmez. Haksızlığa, yalana dolana, hırsızlığa yolsuzluğa hayır diyen bir tarzınız varsa işsiz kalırsınız. “İşi bilenler” ise konuşurlar:
“Abi, yeni bir ihale var, senin tanıdık araya girse de alsak. Tabii ne kadar gerekiyorsa takdim ederiz kendisine.”
“Malı teslim ettik abi, aracı firmamızdan alacak belediye kaldırım taşlarını.”
“Şehrin merkezine yakın büyük alış veriş merkezi inşasına giriştik. Arsalardan birini verip iskân izni tıkanıklığını aşarız. Ee bu işler böyle…”
Bu konuşmaları yapanların gözle görünmeyen bir örgütlülüğü ya da cemaatleşmesi söz konusu zaten. Bunun dışındaki toplaşmalar ise yasak. Yoksulluk yardımı, sadakası bursu ile toplumun birey ve yurttaş yanı törpüleniyor. İlerde yurttaşı olarak hissedilecek bir devlet yapısı da ortaçağ karanlığında görünmez olacak.
Adım atmak için bile rüşvet vermeye mecbur kalınan bir düzeneğin içinden, her insanca yaşama sürecinin dinlenip gözlenip izlendiği ve denetlendiği çarkın içinden çıkıp, kendini sokağa atmak isteyen milyonlarca Amerikalı kaldırımlarda, metrolarda, kartondan derme çatma barınaklarda, kimlik numarasız, sigortasız, evsiz, banka kartsız ve sağlık yardımsız, hayır kurumu barınakları yardımsız yaşamayı seçiyor.
Güvenlik güçleri tarafından görüldükleri yerde olası suçlular olarak algılanan bu kalabalıklar gittikçe ve kimi zaman da istekleri dışında hayatın zorlaması ile işsiz kalarak, evsiz barksız kalarak sokağa itilenlerin de katılımı ile çoğalıyorlar.
***
Güzel güzel yazıyordum. Yazdığımı okur kesti.
“Bir öyküde bunların işi ne yazarcım? Topla pılısını pırtısını çek şu kalabalığı buradan. Ortalıkta pis pis kokup yolumuza mani oluyorlar. Pis ve tembel insanlar kalabalığı bunlar, acımayacaksın. Hem kendi seçimleri böyle yaşamak, bakma sen, içlerinde yüksek eğitimli olanlar bile var.”
***
Ben yazar olarak hep ince ince düşünüyorum da yine de bazen okurun ne istediğini anlayamıyorum. Düşünmek istemediği kesin ama anlamamakta direnmesine ne demeli!!
Bu bakış açılarının eğriliğini nasıl doğrulatacağım? Öyle bir kısır döngü içinde yürüyor ki konu devrimsel bir sıçrama olmadan değişimin başlaması olası değil…
Ona anlatmalı şimdi:
İnsan karakteri, içinde olduğu yalan dolan ortamına uyumlanmadıkça yaşayamayacağını anlayınca bozulmaya başlıyor.
Orman kanunlarını şehirlere taşımışlar. Yaşamak için bencilleşip, sağa sola dirsek atarak ilerlemeyi yol biliyorlar. Böylece bozulma başlayınca yalan dolancıların sayısına eklenerek sistemi hem besliyor hem de ondan besleniyorlar. Sistemi hem çürütüyor, hem de kendi çürüyor. Çürüklüğünü bulaştırıyor etrafa… kirden geçilmiyor ortalık. Asıl kir ile okurun yakındığı kir aynı kir değil. Bunu ayırt edemez hale gelelim diye yırtınanlar var.
Kirlerini görmememiz, yakınmamamız için de her yol deneniyor.
Temiz bir yer kalmazsa en kötüsü kire alışırız, kanıksarız artık kiri göremez oluruz. Böylece anormallik normalleştirilmiş olur.
***
Temizlik hastalığım böyle başladı. Yazıp çizmeyi bıraktım. Elimde artık kalem yok. Bir gün toz bezi, bir gün fırça, bir başka gün deterjanlar, silgiler, sabunlar; yıkıyorum paklıyorum silip süpürüyorum.
***
Odanın parmaklıklı penceresinden sızan ışık gittikçe azalmakta, yazdığımı göremez oluyorum, başımı kaldırıp beyaz boyalı duvara bakıyorum. Gözümü ovuşturup ayağa kalktığımda kapı açıldı. Beyaz giysili güleç kadın elinde su ve ilaçlarla girdi yine. İçmemi kontrol ettiğini sanarak, yüzüne takılı donuk gülücüğü ile bekledi. Lekesiz duvarlar, kusursuz temizlik görüntüsünün altını kazıyorum şimdi. En kötüsü de bunlar oluyor. Hangisi kirli aslında? Net olarak kirli gördüklerimin içi tertemiz çıkıyor. Tertemiz görünenlerin altında ise irinli kirler birikmiş. “Deli olmak” işten değil.
Alınteri kirletmez.
Dünyanın bütün “kirli”leri birleşin.
Asıl kir temiz görüntünün altında.
Bu kirin temizlenmesi için okur lazım.
Yok, bu kir seçimle falan da temizlenmez. Yok yok, deli olmak işten değil.

Evin Okçuoğlu