ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

24 Eylül 2019 Salı

YANGIN



Turan Dursun ve Abit Dursun için



bir zaman
dünya yangın yürek yangın
kavrulurken acıyla
yatışmak sessiz bir söyleşiyle
soğutmak lavı
yüreğinde bir vaha
elinde kalem ile
kalıtında baba yaşatmak

yumuşacık bir insan
akıyor geleceğe
bir ışık seli ki
geleceğe meşale
sevgilerle birleşe birleşe
yüreğe yürek ekleyerek
yaşıyor eserlerce


  

Evin Okçuoğlu


ODTÜNÜN KAVAKLARI



Odtünün kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler odtülü
Yar fidan boylum
Koruruz kavakları


sarıldılar önce memeye
körpe kollarıyla anaya
ninnilerimiz okşadı
büyüdü yüzakları

tuttular kalemi
halaylarla yürekle kavradılar bilimi de
genç insanlardı
gün geldi
sarıldılar sevgiliye de

daha yeni sayılır gezide sarmaladıkları
üç beş ağaç demişlerdi hani
şimdi vatan bir tutam kavak korusu
şimdi sıra tek tek sarılma zamanı
devrim bahçesinde odtünün kavakları 

daha testereler duyulmadan başladı nöbet
ışıklı insanlar haykırdı
ağaca kıyma kesme hoca
bu doğanın yüce sesiydi
yakarış değil
insanlığa çağrı
odtünün kavakları serin serin verdi gölgesini
devrim bahçesinde ışıklı gençler zamanı


  


Evin Okçuoğlu

HAYATIN MÜZİĞİ



nesillerce kan ağıt birikir
uzun ve derin karanlıkta
ağır aksaktır makamlar

asık yüz kırgın yürek
aksak makam sorulan sorular
bir bemol bir diyez
ileri geri savrulmalar

öyle sakin efendi andanteler
az gelir bu dönemeçte
tarihin emri dayatırken,
rubato da olmaz temposu keyfe göre

kalkmadıkça ayağa
sürer gider kreşendolar
insan olana kadar

kavramadıkça kaderin yakasından
dönüp durur dolaplar
başlar kopan zincir uvertürü
korkuların mahzeninde

doğa orkestrasında
şef kavgasında tanrılar
denge bir tartar bir bozar
en güzel ses çıkana kadar




Evin Okçuoğlu

DÜŞ AĞRISI



sarkacında aşkın salınır durur düşler
özlem kayıkları çekeriz
anı öbeklerinden olma adalarda
öyle bir sızı sarkar durur canımızdan
diz boyu hüzün yapraklarına aldırmayız

rüzgârdır eser aşkı duyumsama
her esişi alır hevesleri
düş ağrısı bırakır ardında

güller derer mi erkek
uğruna söylenmemiş dizeler döker mi
yapraklar mı çiçekler mi
güneşte şımaran yoksa sen misin
kalp kalbe çiçekleri mi başına taç ettiğin
hiç sorma kaç düşten düşerek yer ettin

güneştir ısıtır yakar aşkı duyumsama
her yakışı alır yılları
düş ağrısı bırakır ardında

yıllar sellere kapılır gider
aşk olanca hızıyla iner gün batımında
denize değer değmez yanağı pembe sular
yayılır sandallara martılara ufka
kucak kucak anı taşıyan
akşam sefalarına aldırmayız

kara bir tohumdur aşk
arsız bir tohumdur
düş ağrısı bırakır ardında


Evin Okçuoğlu

2019 mart yeni çıkan kitaplarım

18 Ocak 2019 Cuma

KEDER GRİSİ


ASIL GERÇEK


MOR SEVİNÇLER DÖKÜLÜR GECEYE


KASKET


Kasket

“İskuhi geri dön dere kırmızı akıyor.”
Bu dere Yozgat’ın Boğazlıyan’ındaki deredir. Yıl 1915.
İskuhi’nin kocası Garbis’i almışlar. Sabahtan beri ses seda çıkmayınca İskuhi de eşini aramak için yola düşmüş. Karşıdan telaşlı adımlarla gelen kadınlar “İskuhi geri dön dere kırmızı akıyor,” diyerek onu geri döndürmüş.
Gel zaman git zaman İskuhi’nin oğlu Kerop dokuz on yaşlarında Samatya’ya gelmiş. İnşaat işlerinde çalışarak hayatını kurmuş. Kerop’un oğlu Sahak’a inşaat işleri ağır gelmiş olacak ki o da Püzant adlı kasket ustasının yanında çalışmaya başlamış. Askerliğe kadarki süreçte bu zanaatı öğrenmiş. Askerlik sonrası Püzant’ın desteğiyle kendi atölyesini açmış. Onno da babası Sahak’ın yanında başlamış çalışmaya. O gün bu gündür aradan geçen yıllarda baba mesleği sürüp gidiyor. Yılların atölyesi, Eminönü’ndeki handa, sekiz köşeli kasketten erkek şapkasına evrilerek yaşıyor.
Onno bir yandan kameramanların “Kasket Atölyesi- Geçmişten Günümüze Zanaatlar” belgesel çekimi için atölyesinin girdisini çıktısını, işleyişini anlatıyor, arada aile hikâyesini ekliyor. Söyleşi uzayıp gidiyor.
Eminönü semti kalabalık dar sokakları ve yüksek kemerli kapılardan avlulara girilen büyük hanları ile ünlü… On sekizinci yüzyıldan kalma üç katlı Büyük Yeni Han’ın hemen yakınında Sümbüllü Han ve Büyük Valide Han var.  
Atölyenin bulunduğu handa kasket atölyesi dışında bakır ve gümüş işleme atölyeleri de var. Bakır dövenlerin tokmak seslerine zamanla kulaklar alışıyor. Gümüş gondollar aynalar da burada işleniyor. Bakıra gümüşe vurulan çekiç sesleri birbirine karışıyor. Sipariş arttıkça tokmak sesleri hızlanıyor.
Yüksek taş merdivenleri çıkıyorum. Burada zift sürülmüş metale çekiçleme yaparak şekil veren usta Tomas ile tanışıyorum. Yanında çok kısa bir süre kalıyorum. Onun paylaşacağı söyleyeceği ne çok bilgi, birikim var ama o sadece metal kabartma olarak yaptığı Hazreti Ali tablosunu işaret ediyor. Sessiz bir övünme geçiyor gözünün ferinden. Ellerinde sabır ve el uzundan bir ağırlık var. Her göz odada bir usta, sanki canlandırmalı bir müzede görebileceğimiz mumyadan insan maketleri gibi çıkıyorlar karşıma.  Çevremde yılların izini hissediyorum. Basıla basıla aşınmış taş basamaklardan inerken daha da eski zamanlara gidiyor, yüzyılları duyumsuyorum. Birden han o zamanlara doğru canlanıyor. Aşağıdaki avluda atlarını dinlenmeye bırakıp yukarıdaki odalarda konaklayan adamların karaltısı geziniyor çevremde… Mum ışığını, gaz lambasını söndürüp solgun uykulara dalıyorlar. Sonra taş duvarlardan fışkıran bitkilerle yeni bir biçim almış dış duvarları görüyorum Sıvası dökülmüş iç kubbeler ve boyana boyana kalınlaşmış tarihi demir kapılara bakıyorum. Ve sonunda üst katlardaki bölmelerin tavan pencerelerinden gelen gün ışığı handaki gerçekliğe döndürüyor beni.
İsmail ustanın diğer handaki atölyesine girdiğimde sanki bir film çekimi için orada bekliyorlarmış duygusuna kapılıyorum. Oysa seksen yaşında işinin başında olan usta, sekiz köşeli kasket yapımını da, kendi iş yerini de canlı tutmak adına orada direniyor. Kullana kullana metali parlamış olan eski dikiş makinesine takılıyor gözüm… Hemen izin alıp makinenin başına geçiyorum. Dikiş makinesine dokununca sanki sihir başlıyor. Bir kenarda ikili olarak iç içe istiflenmiş sekiz köşelilerden birini başıma takıveriyorum. Saman sarısı tarlalarda bir ırgat, köy kahvesinde bir masaya bırakılıp yavaşça alnının terini silen bir köylü belirip kayboluyor. Sessiz ve vakur bir yoğunluk sarıyor çevremi. Yüzyıllardır sınanarak edinilmiş bilgeliğin başında taç oluyor kasket…  Bana Cumhuriyetin ilk yıllarını anımsatıyor. Zamanda gidip gelmelerden düşlerim yorgun düşüyor.
Ne var bunda, eninde sonunda bir şapka deyip geçer insan. Ama bir şapka dikimi için 33 işlem gerektiğini öğrenmek bana çok şaşırtıcı geliyor. Onno için sıradan olan bilgileri dinliyorum. Gedikpaşalı Ohannes bir yandan kesim makinesini çalıştırıyor ve kesime başlıyor bir yandan anlatıyor. Altı çeşit kalıpla kumaş kesiliyor. Siper dikilmesi, şapka çatısı dikilmesi, düğmesi, çıtçıtı derken birçok el değişe değişe ütü ve paketleme aşamasına varılıyor.

Dünya öyle bir gidişte ki dalga dalga vuruyor krizler. Bu krizler yoksulu daha yoksul edip varsılın varını koruyor. El sanatları, zanaatları ve diğer emek verilen her iş giderek belgesel olarak anımsanır oluyor.
Anadolu esnafı mal almaya sabah erken iniyor Sirkeci’ye diye, Onno’nun babası hep yedide atölyeyi açarmış. O da babadan gördüğü gibi sabah yedide açıyor iş yerini. Babadan gördüğü gibi disiplinli, babadan gördüğü gibi borcuna, sözüne sadık…
Handa bir haftadır tokmak çekiç sesi duyulmaz olmuş. Kameralar, çekimler, söyleşiler bitmiş.
Gelecek kaygısı insanları çıkarcı ve sevgisiz yapmış. O yüzden sevgi dolu yüreklerde arz var talep yok. Ama yine de Onno’nun yüreği sevgi jeneratörü gibi çalışıyor.
İnsanları ve insan emeğini sevgi jeneratörlerimizle ayrıştırmadan seviyoruz. Yüzyılların acılarını, emek ezimlerini sevgi gözelerimizle yıkıyoruz. Bir yanda yürek kirleten nefret varsa, bir yanda da biz yürek arıtanız.
Dünya paylaşım savaşları hiç, sizi yağmalayacağız diye çıkmamış. Birbirine düşürme yönteminin panzehiri birbirine düşmemekten geçiyor. Bu da sevgiyi üretmekle olacak.
Elimizde Anadolu’dan Hrantların, Onnoların yüreği, Denizlerin umudu ve inancı, Pakistan’dan Iqbal Masihlerin boyun eğmeyişi ile ağıtlara yer olmayan bir dünya için geleceğe bilinç pırıltımızla yürüyeceğiz.