ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

28 Ocak 2018 Pazar

ben kimim VİDALARI SIKMAK


BEN KİMİM(Mart 2014 İnsancıl dergisinde yayınlandı)



VİDALARI SIKMAK

Evin Okçuoğlu

29 Ekim 1923’ten tam dokuz ay önce anne rahmine düşmüş olan annemden söz edeceğim. İlkokuldaydım. Öğretmen 10 Kasımda okunmak üzere Atatürk şiirleri getirmemizi ödev verdi. Ben de eve gelince bu ödevden anneme söz ettim. Annem o gece sabaha kadar evdeki tüm Atatürk ile ilgili kitaplardan şiir aramış. Hiçbirini ona layık bulmamış. Oturmuş kendisi bir şiir yazmış. Şiirinde “Taptaze Cumhuriyeti soludum doğarken” demesinin nedenini doğum tarihi olan 30 Temmuz 1924’ten dokuz ay geri sayıp 29 Ekim 1923’e varıldığını yıllar sonra fark edince, anladım. 1966’da yazdığı bu şiiri okul törenlerinde okudum.

Ona anneler gününde kardeşimle benim adıma alınan bir hediyeyi/elbiselik bir kumaşı verdiğimizi anımsıyorum. O gün için üzüntüm, o tek hediyeyi annemize benim elimden değil de kardeşimin elinden vermemiz nedeni ile kendimi sanki kendi adıma hediye sunamamış hissetmem olmuştu. Ağlayarak evden çıkışımı hatırlıyorum. Elimde iki buçuk lira ile dükkânların kapalı olduğu o Pazar günü bakkaldan çikolata alıp eve dönmüştüm. Çikolatayı yeterli görmemiş olmalıyım ki bir de minik şiir yazmıştım. Böylece kendime ait hediyemi anneme verip elini öpmüştüm. O ilk şiirimdi. Şimdi anımsamıyorum.  Annemin şiirinde geçen Atatürk’ün “dinlenmek için yürümeye karar verirseniz asla yorulmazsınız” sözü benim için her zaman geçerli olmuştur.

 Atatürk Sevgisi



Bir Atatürk vardı çocuğum

Ben O’nun kurduğu O’nun beslediği,

Taptaze Cumhuriyeti soludum doğarken.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Anneme, babama okuma yazma öğretti,

Ben henüz bebekken.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Gözü gönlü cumhuriyet dolu

Cumhuriyet dendi mi,

İçi titriyordu

Ben o Cumhuriyet’le büyüdüm çocuğum.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Türklükle öğünen

Türklüğe güç veren

Türkü cihana, O tanıttı çocuğum.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Siyasetçiydi, askerdi,

“Bu vatanı devrimler yükseltecek” derdi.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Düşmanın yenemediği,

Sultanın baş eğdiği,

Kadını çarşaftan kurtardı,

Festen de erkeği.



Bir Atatürk vardı çocuğum,

“Gençler…” diyordu

“Ufukların ötesini görünüz

Dinlenmek için, yürümeye karar verirseniz

Asla yorulmazsınız.

Yorulsanız bile, beni takip ediniz.”



Bir Atatürk vardı çocuğum,

Onun izinde yürüdük, yürüdük.

Yorulmak bilmedik. Bilmedik amma,

Bir sonbahar günü onu kaybettik.



Bir Atatürk var şimdi çocuğum. Benim

O’nu benim sevdiğim gibi, sevebilirsen eğer

Sana vereceğim.

Atatürk nasıl sevilir?

Atatürk’ü sevmek kolay değil.



Bir Atatürk var şimdi çocuğum,

Verdiklerini geri istiyor.

“Beni sevmek için, beni anla” diyor.

Atatürk’ü anlamak kolay değil.



Bir Atatürk var şimdi çocuğum,

“Devrimlerimi tanı” diyor.

“Devrimlerimi koru” diyor.

“Devrimlerimi yaşat” diyor

O zaman sen de bir Atatürk’sün çocuğum.



Muhadder Okçuoğlu/1966



Bu şiiri nasıl okumam gerektiğini de bana kendisi öğretmişti. Okuyuşumdaki vurgular, susmalar, tonlama hep onun dediği gibidir. Bu arada, şiirini okuyabilmek önemli bence… Kendi yazdığına kendi inancı olmalı insanın ki topluluklar önünde gürül gürül okuyabilsin.

Geçmişten geleceğe kurulan köprüde ilerlemeye devam ediyorum.

Yıllar içinde ben yürüyüşümü sosyalizm bilimselliği ile yoğrulan bir süreçte ilerleyerek sürdürdüm.

Sen benim sarhoşluğumsun
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim…

                                                              Nazım Hikmet

Beni çok iyi anlatan bu dizelerin Nazım’a ait olduğunu bile bilmediğim yıllardı. Bu şiiri defterlerimin kapaklarına, mani defterlerime yazdım. İlkgençlik günlerinde bir sisli arayış içinde kendi kendime yol alırken Türkiye İşçi Partili can yoldaşlarım oldu. Hem kişilik hem de bilimsellik ve insancalık dostçalık bir arada idi o ailede. Yıllarca süren dostluktan bana pırıl pırıl bir dünya görüşüne sımsıkı sarılmak kaldı. Onlar göçüp gittiler. Anneme yazdığım son dizeler onun öldüğü gün yakalarımızda idi.

Yaşamla ölüm arasındaki

sonsuz alışveriş annemizi aldı.

O bir mayıs çiçeği olarak

sevgimizle sonsuza dek yaşayacak

TİPli ağabeyim için yazdığım şiir ise:

Sek Sek Yürek

İsmet Ercan'a



Sek sek yürek

ortada pay edilememiş ekmek

şaşmak kapışana somunu didik didik ederek

buyur etmek, azı çoğa sayarak

azından kendi payını belirlemek

sevgi en değerli iyelik

sevdikçe varsıl, sevgiyle arı, en çok da çocukları

kolay mı açlığı mideden yüreğine sektirmek

sonra da yürekten yüreğe alabildiğine sek sek

insandan insana tek tek bilinç götürmek

sayfaları didik didik ederek.



İsmet Ağabeyimizin eşi Şükran Ablamıza yazdığım ve sağlığında sunduğum şiirim ise Aynı adını taşıyordu.



Hatırlar mısın,

Aynı rüzgarla gelen

Saman kokusuna binip

Gitmiştik o bildik köye.

Aynı günbatımını bölmüştük yüreklerimize.

Yüzyıllar öncesinden

Dipten derinden gelen

Aynı hüzün patlamasıyla

taşmıştık birbirimize.

Aynı sevinçti seninki de

Kayanın arasından fışkıran,

Bir demet pembe umuttuk.

Aynı hayırları haykırdık gökyüzüne.

Hatırlar mısın?

Hep aynı acılarla yanan gözlerde buluştuk seninle.



Şimdi artık umut inanç ve sevgi üzerine konuşma zamanı.

Umut, toprağa ekilen tohumun yeşermesi beklentisi

İnanç; havanın, toprağın ve tüm diğer koşulların yolunda gideceğine ve tohumun yeşereceğine güvenmek.

Sevgi; tohumu ekerken, toprağı çapalarken, yağmurda gelişmesini izlerken, yeşeren meyvesini tadarken bizi gayretli yapan duygu, diye not almıştım.

Ben kendi doğrultumda şiirleri şimdilik iki şiir kitabında ve öyküleri bir kitapta toparladım. Günler bana iki pırıltı verdi. Çocuklarım oldu. Onlara annelik eğitimimi ve her güzel anımı borçluyum. Yedi çocuk kitabımla başladığım edebiyat sürecimde görüşlerimi şöyle sıralayabilirim: En sıradan şeyin bile öyküye konu olabileceğini düşünürüm. Öyküyü oluşturan birikimlerimiz, bazen kendi yaşamımızdandır. Çoğunlukla da bir öykü kurgusu içine gözlemler, düşler, küçücük etkiler bırakmış olan tanıklıklar da girer. Aslolan ise bütün bu birikimin birbiriyle bağlantılarının iyi kurularak kurgulanmasıdır. Büyükannelerimizin yamalı bohçaları gibi... (Şimdilerde peçvörk deniyor) Renk renk, şekil şekil kumaşlar yan yana bitişir ama ne kadar uyumludurlar.

Öykünün romandan farkı bütün bir yaşamı baştan alıp bir sona kadar anlatmak yerine hayattan kesit vermesidir. Çehov buna önünden geçerken bir pencereden içeride görülendir diyor.

Şiirle ilgili görüşlerimi zaman zaman yazıyorum. Postmodern işgale karşı edebiyatı korumak gerekiyor. Şiirde amaç imgeler üretme yarışına dönünce şiir nereye gidiyor diye düşünüyorum. Ruhsuz imgeler zekice sözcük birleştirmeler…

Şiir nerede oluyor o zaman?

Düşünmeye sevk eden bir karikatürden farklı olarak alımlayanda, aferin bak ne güzel buluş dedirtmenin ötesinde bir duygu bir titreşim bırakması gerekmez mi şiirin?



Umut inanç ve sevgiyi önemsediğimi belirttim, evet, biraz da ölenlerimizden söz etmeye son verip, yaşama geçerek, umudu ve yaşamı savunalım. Bakın, babam dipdiri 90 yılını bitirmiş ve her gün saatli maarif takvimi yapraklarını koparmayı iş edinmiş, gazeteden önemsediği yerleri kesip biriktirmekte. Yakasındaki Atatürk rozetini göstererek yanıt vermekte hangi partidensin sorularına… Bir şeylerden kopmak en çok yaşlılar için zordur. Babam dededen kalma chpliliğinden kopma noktasında ve onların, Atatürk partisi olma noktasından hızla uzaklaştığını gördüğü için, arayışlar içinde…



Bana gelince, ben bu günlerde arayışlardan çok bir tür saptayışlar içindeyim. Politik hayatta oluşturulan platformlar çatılar derken şimdi de cepheler dönemi başladı. Cepheleri oluştururken vidaları gevşek bırakılmış bir çatı altında toplanınca çatının çökmesi hiç de beklenmedik bir şey olmaz. Peki, vidalar nasıl sıkılır? Vidaları sıkmak demek, ilkeleri birer güzel söz gibi söyleyip kalabalık toplamak değildir. Vidaları sıkmaya yarayan güç emekçi sınıfların gücüdür. Onların demokrasisi olan proletarya diktatörlüğünü iktidar perspektifinin tam ortasına yerleştirmektir. Yoksa gevşek vidalarla kurulmuş olan her cephe dağılır.

İşsizler, emekliler ve gençler güçlerini ve sınıfsal konumlanışlarını emekçi sınıfın ideolojisi ve öncülüğü ardına dizmek durumundadır.

Vidaların sımsıkı olmasını; Türkiye’nin ilerici, devrimci tarihini oluşturan geçmiş yapı taşlarına bu günü ekleyerek ve yarını hedefleyerek ilerleyecek olanlardan istiyorum, hatta, yiğit insan Behice Boran’ın Şili Halkı ile Dayanışma Gecesinde (Şilili yurtsever devrimciler için özgürlük talebi hakkında konuşurken) dediği gibi İSTEMEKTEN DE ÖTE TALEP EDİYORUM.

Nazım’ın Şeyh Bedrettin Destanı şöyle bitiyor:
Bana Ahmed:
Senden bir «Bedreddin destanı» isteriz, demişti.
Ben, benden istenenin ancak bir karalamasını becerebildim. Daha iyisini de yapmağa çalışacağım. Fakat tıpkı benim gibi Ahmed’in dostu, arkadaşı, kardeşi olduğunu söyliyenler, benden istenen sizden de istenendir.
Ahmed’e, Bedreddin hareketini bütün azametiyle tetkik eden kalın ilim kitapları, Karaburun ve Deliorman yiğitlerini, etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle oldukları gibi diriltecek romanlar,

Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!

diyen şiirler, boyaları kahraman tablolar lâzım.
İthaf şiirleri ile başladım, son ithafla bitireyim:

*ÇİÇEK AÇTIRAN

Yalçın Küçük’e



yolladığımız armağan vardı mı özlerinize

düş sellerimizdir

esansı sevgiden kaynağı göz pınarlarımızdan

kabara kabara dalga dalga Yalçınlarla kavuşan



canımızdan akıttığımız direnç suyuyla

düş ile sevda ile dayanırız Yalçınlarca

dayanamayız esirliğin onurlardaki kirine

yıkarız biz yıkarız, bilim ile sanat ile yıkarız

duvarlara çiçek açtıran güçle

sonsuzca yaşatırız onur anıtlarımızı





* Berfin Bahar dergisinde yayınlandı sayı 175- Eylül 2012