ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
MERHABA KONUK ,
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
23 Aralık 2018 Pazar
29 Kasım 2018 Perşembe
BABAMA
yaşamak
güzel dediniz
yalnızlık zor dediniz
beden göçe hazırdı
direttiniz
yaşama azminizi ve direncinizi yitirmediniz
beden göçe hazırdı
direttiniz
yaşama azminizi ve direncinizi yitirmediniz
hesaplar
yapılır kemale erme yaşlarında
hatalar
doğrular evirip çevrilir
hepsi
nadide bir eser gibi elimizde kalan
biraz
keşke
biraz
uf aman
biraz
iyi ki almışız tutam tutam hayattan
Evin Okçuoğlu
BULUT VE GÜNEŞ
herkes
işinde gücünde kardeşim
sevgili
avuçlarında eller
tüttürülmekte
cigara
evren
bir bulut kafesinde tutsak bize
güneş
herkese herkesten uzak
HAYIR OLSUN
nabzını tutmuşum sokağın
gitsin gitsin gitsin artık
tik tak tirik trak
gidici gidici gidici
diye atıyormuş nabzı
geçmişte
durmuş gidicinin kalbi
iki kere
sonra çalışmış yeniden
dönmüş başı hileyle hayırken evete
bu kez sokağın nabzı
meydanlarda
kıyılarda
köyün şehrin ortasında atıyormuş
hem de hayır olsun
selam olsun geziye
aylardan haziranmış yine
Evin Okçuoğlu
KURŞUN BAKIŞ
aşkı yüreğinizde eritip
mermiyi sürersiniz gözlerinize
bir kurşun bakışla vuruluruz biz
siz nasıl dersiniz
acıyla aşk ikiz
mermiyi sürersiniz gözlerinize
bir kurşun bakışla vuruluruz biz
siz nasıl dersiniz
acıyla aşk ikiz
Evin Okçuoğlu
KIVAMINDA
yürekleri yakma kıvamından
kendini ateşe vermeye
tutuşa tutuşa el ele olmayı öğrenme kıvamına
düşüp düşüp tersanede inşaatta
kazara ölmelerden sözüm ona
öfke korolarının buluşmasına
kupkuru tamtakır eli boş dönmelerden bu ay da
ayma kıvamına
yılma kıvamına
yeter kıvamına
aşırı doz kriz kıvamından
sabır tansiyonunda fırlama
sokakları basan yoğun çaresizlik sellerinden
yüksek basınçlı onur patlamasına
diz üstünden ayağa doğrulma
yana yana kâğıt
el yaka
tüte tüte borç
dağı aşa
dünya titreşiyor silkinme kıvamında
emek gücüyle koşuyor son maratonda
yeniden kurulmaya
Evin Okçuoğlu
2018 Eylül
KEDER GRİSİ
martılar teknelerin tepesinde yine
çığlıklarla çekilir ağlar
ekmek kapısıdır sular
dişinde bir tutam yeşil
İstanbul’da gri eser boğazın rüzgarı
herkes biliyor yazmayalım der şair
keder yüklü şilepler geçer içimizden
aşk tutulmasında karışır oltalar
Evin Okçuoğlu
KADINLAR
okşandıkça yatışan tüyler gibidir
aramızda akışıp duran huzur
gökten bir parça koparır giyer
yol alır gider zaman bir uçtan bir uca
göze gelmiş aşkların yakasında
mavi göz boncuğu her damla
taşın içinde saklanan dirençle
aşkla göğüs gerer kadın hayata
kadınlar geliyor düşleri savura savura
kadınlar geliyor koşar adım bir masaldan çıkarak
deviniyor büyülü dansında
yumuşak bir mavilikte yavaşça kıvrılarak
girilmez yazan kapılardan sızıyor
solgun ve ciddi göğün altında
ince bir akşama sarınıyor sonra
uzanıyor kadın fısıltısı tarihin kollarına
Evin Okçuoğlugökten bir parça koparır giyer
yol alır gider zaman bir uçtan bir uca
göze gelmiş aşkların yakasında
mavi göz boncuğu her damla
taşın içinde saklanan dirençle
aşkla göğüs gerer kadın hayata
kadınlar geliyor düşleri savura savura
kadınlar geliyor koşar adım bir masaldan çıkarak
deviniyor büyülü dansında
yumuşak bir mavilikte yavaşça kıvrılarak
girilmez yazan kapılardan sızıyor
solgun ve ciddi göğün altında
ince bir akşama sarınıyor sonra
uzanıyor kadın fısıltısı tarihin kollarına
fotoğraftaki tabl: HATİCE NALBANT
broy'da POETİKA DEĞİNMELERİ
BROY’DA POETİKA DEĞİNMELERİ
Şiir dize sayısı olarak değil, özsel olarak büyümeli.
Şiir toplumsal birimlerin büyümesi ve iç içe geçmesine
bireyin toplumla ve insanlıkla bağlarının derinleşmesi genişlemesi ve
yoğunlaşmasına koşut olarak, büyümeli, kendini değiştirerek yenilenmeli.
Deriz ki şiir ideoloji üretmez. İdeoloji, ozanın dünyayı kavrayışında
yerini nasıl alırsa, şiiriyle de o anlamda kaynaşır. İdeoloji, ideoloji olarak
durmaz şiirde. Ekmeğin, zihinsel etkinliğimizde ekmek gibi durmaması gibi.
Muzaffer İlhan Erdost
…Olasıdır ki, ritmik düzenlilik, şiir için yalnızca bir
uyum, hiçbir temeli bulunmayan bir işleyiş kuralı, bellek eğitici bir oyun
değil, ama bir biçimdir de; bu biçim, ilkel büyü sözlerinin, seslerin ortak
atımının, yüreklerin ve şiirin doğduğu çok eski büyü törenlerindeki kitlelerin
kalıtıdır. Therry Molnier Çeviren: Ramis Dara (Broy, Ocak 1987)
Yeteneksizlik, başarısızlık ve yanlışlık çıplak dolaşmıyor,
hep bir şeyin arkasına gizleniyor. Bu gizlenme şiirde “şiie her şeye
muhaliftir”, “karşı dil”, “karşı söylem” sloganlarının altında…
gerçekleştirilmek isteniyor. Bu tür sloganların ancak tarihsel ve toplumsal bir
bağlamda belli anlamı olabilir; bunlardan soyutlanıp yalnızca dilsel bağlamda
kullanıldıklarında “laf”tan başka bir şey değildirler. Özdemir İnce (Broy,
Eylül 1986)
Ne var ki, geçmişin tarihsel bir düşünce olarak yaşanır
kılınıp, tarihsel bilinçle yansıtılması demek değildir, şiiri, oyunu, romanı
giderek sanatı ölümsüzleştirip klasikleştiren nitelik. Yazarın, sanat anlayışı,
dünya görüşü, estetik inceliğinin yanında ulusaldan evrensele varan insancıl
özün de büyük bir başarıyla ortaya konulmuş olması gerekir. Nurer Uğurlu (Broy,
Temmuz 1986)
Hayattan beslenmeyen, kendini biriktirmeyen bir şiir (şair)
elbette okuyucu bulmakta zorlanacaktır. Yusuf Deniz (Eski Haziran 2005)
ŞİİR SANATI/ARS
POETICA
Şiir apaçık ve sessiz olmalı
Yuvarlak bir meyve gibi,
Dilsiz
Eski madalyonlar evrilip çevrilirken,
Gömleğin kolu gibi- pencere önüdeki
Yosun tutmuş yıpranmış taş gibi sessiz-
Şiir sözsüz olmalı
Kuşların uçuşu gibi.
Şiir kıpırtısız durmalı zamanda
Çünkü ay tırmanırken,
Dal be dal geceyi kurtararak
Dolaşık ağaçlar bırakır ardında,
Ay kış yapraklarının arkasında olduğundan.
Anı be anı zihni bırakır ardında- -
Şiir hareketsiz durmalı zamanda
Ay tırmanırken.
Şiir eşit olmalı:
gerçek olmayana.
Çünkü kederin bütün tarihi
Boş bir odagirişi ve bir akça ağaç yaprağı.
Çünkü aşk
Yassılmış çimenler ve iki ışık denizin yukarısında-
Demek istememeli şiir
Olmalı yalnızca.
Archibald MacLeish
çeviri: Evin Okçuoğlu
Şiir apaçık ve sessiz olmalı
Yuvarlak bir meyve gibi,
Dilsiz
Eski madalyonlar evrilip çevrilirken,
Gömleğin kolu gibi- pencere önüdeki
Yosun tutmuş yıpranmış taş gibi sessiz-
Şiir sözsüz olmalı
Kuşların uçuşu gibi.
Şiir kıpırtısız durmalı zamanda
Çünkü ay tırmanırken,
Dal be dal geceyi kurtararak
Dolaşık ağaçlar bırakır ardında,
Ay kış yapraklarının arkasında olduğundan.
Anı be anı zihni bırakır ardında- -
Şiir hareketsiz durmalı zamanda
Ay tırmanırken.
Şiir eşit olmalı:
gerçek olmayana.
Çünkü kederin bütün tarihi
Boş bir odagirişi ve bir akça ağaç yaprağı.
Çünkü aşk
Yassılmış çimenler ve iki ışık denizin yukarısında-
Demek istememeli şiir
Olmalı yalnızca.
Archibald MacLeish
çeviri: Evin Okçuoğlu
Şiir ile ilgili genel yazılar yazılıp durmakta. Herkes şiiri
kendisine göre tanımlamakta. Yazdıklarıyla “işte şiir böyle olur” demekte.
Yapısöküm modasına uyarak dil/sözcük sökümleri, kırmaları,
tirelerle yatık çizgilerle parantezlerle sökülüp dikilen anlam çoğaltmaları ya
da gizlemeleriyle bir bilmeceye
dönüştürülen şiirin artık sesi soluğu da kesilmekte...
Şiir oysa sesli okunmalıdır. Yüzyıllardır bu böyle... Sözlü
tanıklığın belirleyici olduğu dönemlerin estetiğidir şiir. O nedenle
ezberlenmesi kolay olsun diye bir mantık akışına, uyağa, hatta nefesin bittiği
yere bir durağa ihtiyaç duyulur.
Yeni şeyler üretme zamanı şimdi. Bundan anladığımız ne?
“Söz”ü kırıp sarmak mı yenilik? Ya da bir üst dil olsun diye divan şiiri
benzeri bir çabaya girişip, anlamayı zorlaştırmak mı? Ya da eski yazılanlardan
(kutsal kitaplar da dahil) sözcük imge kopyalayarak mı yenilik yapılacak?
Deneysel arayışlar elbette şiirin ufkunu geliştirecektir.
Ancak şiirin sesinin ve soluğunun kesilmesi, onun geri dönüşsüz olarak
susmasına neden olması; en büyük darbe budur şiire
Yenilik yalnızca biçimde değil aynı zamanda içerikte de
olmalıdır. Ama şiirdeki biçimsel yenilik,
başka bir formun bozulması –dejenerasyonu- olmamalı. Şiirin kendi
içinden çıkmalı. Şiir formunu
felsefenin veya başka bir edebi alanın, başka metinsel düzlemlerin bir formu
olarak kullanabilirsiniz. Bu başka bir şeydir.
İçerik imgeli ya da imgesiz olabilir. İmgesiz şiir de olur,
oyunsuz, şaşırmasız, yalvaçlığa soyunmayan.
Buna en güzel örneklerden biri Jacques Prévert’in Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin adlı şiiri
bence:
Önce bir kafes resmi
yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.
Bu şiirde bir imge olmamakla birlikte bütünde anlamsal bir
şiirsellik var. Birkaç sözcüğün üstüne inşa edilmiş veya birkaç sözcüğe
hapsedilmiş bir imge yerine anlama yayılmış bir şiir var.
Şiir kimsenin değildir. Hepimizi geleceğin mizanında
kantarlayacak.
14 Ekim 2018 Pazar
YÜRÜYÜŞ
Yürüyüş yapmak iyi geliyor sana, daha zinde oluyorsun. Bak
bugün erken çıkıp ne kadar dolaştın. Mavi saati yakaladın sabah sabah. Kıyıda
yürüyorsun. Herkesin bir kıyısı vardır sanma. Şehrinin içinden bir nehir geçeni
var, denizi olan bir şehirde yaşayanı var ama bir de bundan yoksun olanı var.
Sen şanslısın diyelim. Şehrin havası sabah erken daha temizdir. Yürürken
ciğerlerine bol bol doldur. Deniz havası işlesin içine. Marmara süt liman olur
bu saatte. Işıkların bir kısmı sönmüş, bir kısmı daha yanmaktadır. Kendine bir
hedef koyup yürümek en iyisidir. Akşam saatinde de yürüyebilirsin. Ama o zaman
işten dönenlerle seni karıştırmamak lazım. Belki bu saatte ne dolaşıyor bu kişi
salına salına derler. Çünkü onlar bir an önce eve varma telaşındadır. Şimdi
ışıklı tabelalarda gözün, bir harfi yanmıyor bozuk, kaç gündür hep aynı.
Mağazalar erken mi boşalıyor ne! Şehir erken ıssızlaşmaya başladı. Krizden
diyorum sana. Tabelalarda harf eksik, içeride müşteri eksik, ceplerde para,
raflarda ürün hep eksik işte. Gönlünde bile bir sevdiceğin yok. Eksiklik diz
boyu sende.
Ama eksiksiz bir gözlem gücün var. İnsan sarrafı mı oldun
nedir. Öyle düzgün insanlara rastlamıyorsun epeydir. Bakışları kurnaz, ellerini
cebimize daldıracak gibi duruyorlar. Sahte işler peşinde olduğunu gizlemekten
yüzlerine bir donuk gülüş konmuş hiç kalkıp gitmiyor. Yengeç gibi yan yan
uzaklaşacaksın bunlardan. Bir de çocukları gözlemliyorsun yolun parklardan
geçerse. Onlar ne güzel, ne masum ve ne acemiler. Hayatın ilk yıllarını
farkındalık olmadan yaşıyorlar. Sen onlarda umudu görüyorsun. Geleceği onların
ellerinde düşlüyorsun.
Bazen yerdeki çöpleri yadırgayan bir çocuğu göklere çıkarasın
geliyor. Bazen bir diğerini annesinin tartaklamasına sessiz isyanın fırlıyor
göklere. Ne çaresiz kalıyor insan değil mi? Aslında bu bir tür işkence izletme
işkencesi gibidir. Örnek olsun otobüstesin ve bir anne kucağında bebeği ile
binince hemen nasıl kıpırdanıyor ortalık. El edip gel otur hanım kızım
diyorlar. Diyelim ki tam tersi oldu yer veren yok. Yükselt sesini, ayaktasın
sen de… Medeni cesaretini topla bir gün, bebekli anneye yer verelim de. Ya da
çocuğunun huysuzlanmasına kızan bir anneye kaldırımda ders ver. Kal sen burada
madem ben gidiyorum demesin. Sakince konuşsun anlasın derdini. Yürüyüşe çıkmak
şehri kolaçan etmek kolay değil bak! Muhatap oluyorsun bin bir çeşit olaya…
Geçen gün de caminin etrafında dizilmiş oturan kadınlar dikkatini çekti.
Erkekler camide namazda mıydı nedir! Genelde bu banklarda yaşlılar oturuyor
değil mi? Evet onlar da ayrı bir âlemler. Emeklidir çoğu, kahvelere de
gidemezler akşama kadar otur çay çay çay para dayanmaz. Evde de hanım istemez
bütün gün otursunlar işlerine engel olsunlar… E ne yapsınlar iki ağaç altı
bulunca hemen oradaki banka oturuyorlar. Ellerindeki bastona abanmış yandakiyle
iki kelime konuşuyorlar. Namazları abdestleri tuvaletleri Kızılay arabasından
çorbaları da hep orada hallediyorlar. İlçe meydanında akşamı eder onlar sen
yürümene bak… Ama nasıl yürüyeceksin, bu kaldırımlar kaç gündür taş döşenemedi,
onarımdalar. Onarım bitene kadar o taraflarda bank da yok. Ayaktasın. Dinlenmek
için bir kafeye girip sade kahveni iç bari. Yanında su ve çikolata geliyor. Bu
şekilde kahve sunumu eskiden Kıbrıs’ta varmış. Şimdi ise her yerde kahveler var
ve mis gibi kokuların çekimine uğruyor insan.
Dönüşte eve bir iki palamut da al bari de balık mevsimini
kaçırma. Madem başladın sürdüreceksin bu sağlıklı hayat, sağlıklı beslenme
konusunu… Anlaşılan bunu yaşam biçimi haline getirmeye kararlısın. Sana
tavsiyem dostlar edin kendine, sosyalleş biraz. Girip çık topluluklara eşin
dostun olsun. Çok yalnızsın sen. Yoksa kafelerde komşu masadakilerle
merhabalaşıp iki kelime olsun sohbet etmeye bu kadar meraklı olmazdın. Ben
anlıyorum seni. Zordur yalnızlık. Sokaklarda çarşıda pazarda dolaşıyorken pek
anlaşılmaz. Eve gelince de hemen anlamazsın. İşlerini yapıp da biraz
soluklanınca elin bir telefona gidecek, kimi arasam diyeceksin, anan baban yok,
eşin dostun kimseni rahatsız etmemek adına aramaya çekinirsin.
Çocukların var. Evli barklı iş güç sahibiler. Sen şimdi al
kalemi yaz, bak nasıl oyalanırsın. Başla işte nereden başlayayım demeden sırala
işte. Gözlem gücün iyidir senin. Hani bugün toplayıcı çocuk karşıdan gelip tam
yanından geçerken dilendi ya onu yazabilirsin işte. Açız yemek alacağım abla ,
açız abi biraz para versen… Açız deyince akan sular duruyor sende, yalan bile
olsa irkiliyorsun o sözü bu denli rahat söyleyişlerine şaşarak bir yüz ifadesi
takınıyorsun, onlar anlıyor iş çıkmayacağını dönüp gidiyorlar. Gittikçe artan
yoksullaşma seni derin derin düşündürüyor. Bunu yaz işte. Endişelisin
gidişattan. Senin doların da liranın da ne düzeyde olduğu kimin battığı kimin
çıktığı konuları ilgini çekmiyor. Sen başka boyuttan bakıyorsun. Gerçekten aç
olup da açım diyemeyen yığınları yazabilirsin o halde. Kalitesiz gıdaları bile
5- 10 lira verip alacak parası olmayanların gizli soluk benizli açlığın karşına
dikilip donuk donuk baktığını gördün. İnsanlar zombileşiyor mu ne diye geçti
içinden.
İnsanlık onurunu çekip aldıkları ile alamadıkları aynı
sokaklarda, sırt sırta yaslanmış evlerde ya da tütmeyen bacalarından ev olduğu
anlaşılmayan barakalardalar. Bir ateş yakıyorsun içinde. Senin kalemin
tutuşuyor. Yanık karanfiller dökülüyor gözlerinden. Saçların düşüyor yüzüne.
Elin kalkmıyor. Şehirleri geziyor yüreğinle dolaşıyorsun, il il tarıyorsun loş
kasabaların ıssızlığında kollar kırılıp yen içinde kalıyor. Görüyorsun yürekle.
İlleri aşıyor, ülkelerden taşıyorsun. O yüzden şehirlerin isimleri olmuyor
senin yazdıklarında. Sınırları geçince de yolun dönüp dolaşıp göçmen
mahallelerine, işçi barakalarına, tersanelere düşüyor. Konteynerlerde işçiler
tahtakurularıyla boğuşmuyorsa bile havasızlık içinde susuzluk içindeler.
Camiler bitiyor kilometre kareye bir cami düşmüyor oralarda belki ama bu kez
satılık kiliseler gözüne çarpıyor. Cemaatsiz kilise sahibinden satılık diye
gülecek gibi oluyorsun. Senin ardında bıraktığın şehirlere sığınıyor başkaları.
İnsanlar göçüyor diye yazıyorsun. Kimisi şehirden şehre, kimisi ülkeden ülkeye
kimisi dünyadan göçüyor.
Ama sen böyle bitirmezsin sözü. Ölümle değil zaferle biter
senin sözün. Çünkü gerçek öyle derin bir sömürüyü gösteriyor ki, yüreğinde sızıların
diniyor. Öfken bir isyan habercisi. Zombiler insanlaşıyor sen yazdıkça. İnsanlık
onuru öne geçiyor elinde bayrak. Ekmekten önce onur diyor afişler. Sen
yazıyorsun. En büyük puntolarla geçiyor haberler: ekmekten önce onur isteyenler
yürümeye başlıyor.
EVİN OKÇUOĞLU
15 Mayıs 2018 Salı
28 Ocak 2018 Pazar
ben kimim VİDALARI SIKMAK
BEN KİMİM(Mart 2014 İnsancıl dergisinde yayınlandı)
VİDALARI SIKMAK
Evin Okçuoğlu
29 Ekim 1923’ten tam dokuz ay önce anne rahmine düşmüş olan
annemden söz edeceğim. İlkokuldaydım. Öğretmen 10 Kasımda okunmak üzere Atatürk
şiirleri getirmemizi ödev verdi. Ben de eve gelince bu ödevden anneme söz
ettim. Annem o gece sabaha kadar evdeki tüm Atatürk ile ilgili kitaplardan şiir
aramış. Hiçbirini ona layık bulmamış. Oturmuş kendisi bir şiir yazmış. Şiirinde
“Taptaze Cumhuriyeti soludum doğarken” demesinin nedenini doğum tarihi olan 30
Temmuz 1924’ten dokuz ay geri sayıp 29 Ekim 1923’e varıldığını yıllar sonra fark
edince, anladım. 1966’da yazdığı bu şiiri okul törenlerinde okudum.
Ona anneler gününde kardeşimle benim adıma alınan bir
hediyeyi/elbiselik bir kumaşı verdiğimizi anımsıyorum. O gün için üzüntüm, o
tek hediyeyi annemize benim elimden değil de kardeşimin elinden vermemiz nedeni
ile kendimi sanki kendi adıma hediye sunamamış hissetmem olmuştu. Ağlayarak
evden çıkışımı hatırlıyorum. Elimde iki buçuk lira ile dükkânların kapalı
olduğu o Pazar günü bakkaldan çikolata alıp eve dönmüştüm. Çikolatayı yeterli
görmemiş olmalıyım ki bir de minik şiir yazmıştım. Böylece kendime ait hediyemi
anneme verip elini öpmüştüm. O ilk şiirimdi. Şimdi anımsamıyorum. Annemin şiirinde geçen Atatürk’ün “dinlenmek için
yürümeye karar verirseniz asla yorulmazsınız” sözü benim için her zaman geçerli
olmuştur.
Atatürk Sevgisi
Bir Atatürk vardı
çocuğum
Ben O’nun kurduğu
O’nun beslediği,
Taptaze Cumhuriyeti
soludum doğarken.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Anneme, babama okuma
yazma öğretti,
Ben henüz bebekken.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Gözü gönlü cumhuriyet
dolu
Cumhuriyet dendi mi,
İçi titriyordu
Ben o Cumhuriyet’le
büyüdüm çocuğum.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Türklükle öğünen
Türklüğe güç veren
Türkü cihana, O tanıttı
çocuğum.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Siyasetçiydi, askerdi,
“Bu vatanı devrimler
yükseltecek” derdi.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Düşmanın yenemediği,
Sultanın baş eğdiği,
Kadını çarşaftan
kurtardı,
Festen de erkeği.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
“Gençler…” diyordu
“Ufukların ötesini
görünüz
Dinlenmek için,
yürümeye karar verirseniz
Asla yorulmazsınız.
Yorulsanız bile, beni
takip ediniz.”
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Onun izinde yürüdük,
yürüdük.
Yorulmak bilmedik.
Bilmedik amma,
Bir sonbahar günü onu
kaybettik.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum. Benim
O’nu benim sevdiğim
gibi, sevebilirsen eğer
Sana vereceğim.
Atatürk nasıl sevilir?
Atatürk’ü sevmek kolay
değil.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum,
Verdiklerini geri
istiyor.
“Beni sevmek için,
beni anla” diyor.
Atatürk’ü anlamak
kolay değil.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum,
“Devrimlerimi tanı”
diyor.
“Devrimlerimi koru”
diyor.
“Devrimlerimi yaşat”
diyor
O zaman sen de bir
Atatürk’sün çocuğum.
Muhadder Okçuoğlu/1966
Bu şiiri nasıl okumam gerektiğini de bana kendisi
öğretmişti. Okuyuşumdaki vurgular, susmalar, tonlama hep onun dediği gibidir. Bu
arada, şiirini okuyabilmek önemli bence… Kendi yazdığına kendi inancı olmalı
insanın ki topluluklar önünde gürül gürül okuyabilsin.
Geçmişten geleceğe kurulan köprüde ilerlemeye devam
ediyorum.
Yıllar içinde ben yürüyüşümü sosyalizm bilimselliği ile
yoğrulan bir süreçte ilerleyerek sürdürdüm.
Sen benim sarhoşluğumsun
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim…
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim…
Nazım Hikmet
Beni çok iyi anlatan bu dizelerin Nazım’a ait olduğunu bile
bilmediğim yıllardı. Bu şiiri defterlerimin kapaklarına, mani defterlerime
yazdım. İlkgençlik günlerinde bir sisli arayış içinde kendi kendime yol alırken
Türkiye İşçi Partili can yoldaşlarım oldu. Hem kişilik hem de bilimsellik ve
insancalık dostçalık bir arada idi o ailede. Yıllarca süren dostluktan bana
pırıl pırıl bir dünya görüşüne sımsıkı sarılmak kaldı. Onlar göçüp gittiler.
Anneme yazdığım son dizeler onun öldüğü gün yakalarımızda idi.
Yaşamla ölüm
arasındaki
sonsuz alışveriş
annemizi aldı.
O bir mayıs çiçeği
olarak
sevgimizle sonsuza dek
yaşayacak
TİPli ağabeyim için yazdığım şiir ise:
Sek Sek Yürek
İsmet Ercan'a
Sek sek yürek
ortada pay edilememiş
ekmek
şaşmak kapışana somunu
didik didik ederek
buyur etmek, azı çoğa
sayarak
azından kendi payını
belirlemek
sevgi en değerli iyelik
sevdikçe varsıl,
sevgiyle arı, en çok da çocukları
kolay mı açlığı mideden
yüreğine sektirmek
sonra da yürekten
yüreğe alabildiğine sek sek
insandan insana tek tek
bilinç götürmek
sayfaları didik didik
ederek.
İsmet Ağabeyimizin eşi
Şükran Ablamıza yazdığım ve sağlığında sunduğum şiirim ise Aynı adını taşıyordu.
Hatırlar mısın,
Aynı rüzgarla gelen
Saman kokusuna binip
Gitmiştik o bildik
köye.
Aynı günbatımını
bölmüştük yüreklerimize.
Yüzyıllar öncesinden
Dipten derinden gelen
Aynı hüzün
patlamasıyla
taşmıştık birbirimize.
Aynı sevinçti seninki
de
Kayanın arasından
fışkıran,
Bir demet pembe
umuttuk.
Aynı hayırları
haykırdık gökyüzüne.
Hatırlar mısın?
Hep aynı acılarla
yanan gözlerde buluştuk seninle.
Şimdi artık umut inanç ve sevgi üzerine konuşma zamanı.
Umut, toprağa ekilen
tohumun yeşermesi beklentisi
İnanç; havanın,
toprağın ve tüm diğer koşulların yolunda gideceğine ve tohumun yeşereceğine
güvenmek.
Sevgi; tohumu ekerken,
toprağı çapalarken, yağmurda gelişmesini izlerken, yeşeren meyvesini tadarken
bizi gayretli yapan duygu, diye not almıştım.
Ben kendi doğrultumda şiirleri şimdilik iki şiir kitabında
ve öyküleri bir kitapta toparladım. Günler bana iki pırıltı verdi. Çocuklarım
oldu. Onlara annelik eğitimimi ve her güzel anımı borçluyum. Yedi çocuk kitabımla
başladığım edebiyat sürecimde görüşlerimi şöyle sıralayabilirim: En sıradan
şeyin bile öyküye konu olabileceğini düşünürüm. Öyküyü oluşturan
birikimlerimiz, bazen kendi yaşamımızdandır. Çoğunlukla da bir öykü kurgusu
içine gözlemler, düşler, küçücük etkiler bırakmış olan tanıklıklar da girer.
Aslolan ise bütün bu birikimin birbiriyle bağlantılarının iyi kurularak
kurgulanmasıdır. Büyükannelerimizin yamalı bohçaları gibi... (Şimdilerde
peçvörk deniyor) Renk renk, şekil şekil kumaşlar yan yana bitişir ama ne kadar
uyumludurlar.
Öykünün romandan farkı bütün bir yaşamı baştan alıp bir sona
kadar anlatmak yerine hayattan kesit vermesidir. Çehov buna önünden geçerken
bir pencereden içeride görülendir diyor.
Şiirle ilgili görüşlerimi zaman zaman yazıyorum. Postmodern işgale
karşı edebiyatı korumak gerekiyor. Şiirde amaç imgeler üretme yarışına dönünce
şiir nereye gidiyor diye düşünüyorum. Ruhsuz imgeler zekice sözcük
birleştirmeler…
Şiir nerede oluyor o zaman?
Düşünmeye sevk eden bir karikatürden farklı olarak alımlayanda,
aferin bak ne güzel buluş dedirtmenin ötesinde bir duygu bir titreşim bırakması
gerekmez mi şiirin?
Umut inanç ve sevgiyi önemsediğimi belirttim, evet, biraz da
ölenlerimizden söz etmeye son verip, yaşama geçerek, umudu ve yaşamı savunalım.
Bakın, babam dipdiri 90 yılını bitirmiş ve her gün saatli maarif takvimi
yapraklarını koparmayı iş edinmiş, gazeteden önemsediği yerleri kesip
biriktirmekte. Yakasındaki Atatürk rozetini göstererek yanıt vermekte hangi
partidensin sorularına… Bir şeylerden kopmak en çok yaşlılar için zordur. Babam
dededen kalma chpliliğinden kopma noktasında ve onların, Atatürk partisi olma
noktasından hızla uzaklaştığını gördüğü için, arayışlar içinde…
Bana gelince, ben bu günlerde arayışlardan çok bir tür
saptayışlar içindeyim. Politik hayatta oluşturulan platformlar çatılar derken
şimdi de cepheler dönemi başladı. Cepheleri oluştururken vidaları gevşek
bırakılmış bir çatı altında toplanınca çatının çökmesi hiç de beklenmedik bir
şey olmaz. Peki, vidalar nasıl sıkılır? Vidaları sıkmak demek, ilkeleri birer
güzel söz gibi söyleyip kalabalık toplamak değildir. Vidaları sıkmaya yarayan
güç emekçi sınıfların gücüdür. Onların demokrasisi olan proletarya
diktatörlüğünü iktidar perspektifinin tam ortasına yerleştirmektir. Yoksa
gevşek vidalarla kurulmuş olan her cephe dağılır.
İşsizler, emekliler ve gençler güçlerini ve sınıfsal
konumlanışlarını emekçi sınıfın ideolojisi ve öncülüğü ardına dizmek
durumundadır.
Vidaların sımsıkı olmasını; Türkiye’nin ilerici, devrimci
tarihini oluşturan geçmiş yapı taşlarına bu günü ekleyerek ve yarını
hedefleyerek ilerleyecek olanlardan istiyorum, hatta, yiğit insan Behice
Boran’ın Şili Halkı ile Dayanışma
Gecesinde (Şilili yurtsever devrimciler için özgürlük talebi hakkında
konuşurken) dediği gibi İSTEMEKTEN DE ÖTE TALEP EDİYORUM.
Nazım’ın Şeyh Bedrettin Destanı şöyle bitiyor:
Bana Ahmed:Senden bir «Bedreddin destanı» isteriz, demişti.
Ben, benden istenenin ancak bir karalamasını becerebildim. Daha iyisini de yapmağa çalışacağım. Fakat tıpkı benim gibi Ahmed’in dostu, arkadaşı, kardeşi olduğunu söyliyenler, benden istenen sizden de istenendir.
Ahmed’e, Bedreddin hareketini bütün azametiyle tetkik eden kalın ilim kitapları, Karaburun ve Deliorman yiğitlerini, etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle oldukları gibi diriltecek romanlar,
Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!
diyen şiirler, boyaları kahraman tablolar lâzım.
İthaf şiirleri ile başladım, son ithafla bitireyim:
*ÇİÇEK AÇTIRAN
Yalçın Küçük’e
yolladığımız
armağan vardı mı özlerinize
düş
sellerimizdir
esansı sevgiden
kaynağı göz pınarlarımızdan
kabara kabara
dalga dalga Yalçınlarla kavuşan
canımızdan
akıttığımız direnç suyuyla
düş ile sevda
ile dayanırız Yalçınlarca
dayanamayız
esirliğin onurlardaki kirine
yıkarız biz
yıkarız, bilim ile sanat ile yıkarız
duvarlara çiçek
açtıran güçle
sonsuzca
yaşatırız onur anıtlarımızı
* Berfin Bahar dergisinde yayınlandı sayı 175- Eylül
2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)