BEN KİMİM(Mart 2014 İnsancıl dergisinde yayınlandı)
VİDALARI SIKMAK
Evin Okçuoğlu
29 Ekim 1923’ten tam dokuz ay önce anne rahmine düşmüş olan
annemden söz edeceğim. İlkokuldaydım. Öğretmen 10 Kasımda okunmak üzere Atatürk
şiirleri getirmemizi ödev verdi. Ben de eve gelince bu ödevden anneme söz
ettim. Annem o gece sabaha kadar evdeki tüm Atatürk ile ilgili kitaplardan şiir
aramış. Hiçbirini ona layık bulmamış. Oturmuş kendisi bir şiir yazmış. Şiirinde
“Taptaze Cumhuriyeti soludum doğarken” demesinin nedenini doğum tarihi olan 30
Temmuz 1924’ten dokuz ay geri sayıp 29 Ekim 1923’e varıldığını yıllar sonra fark
edince, anladım. 1966’da yazdığı bu şiiri okul törenlerinde okudum.
Ona anneler gününde kardeşimle benim adıma alınan bir
hediyeyi/elbiselik bir kumaşı verdiğimizi anımsıyorum. O gün için üzüntüm, o
tek hediyeyi annemize benim elimden değil de kardeşimin elinden vermemiz nedeni
ile kendimi sanki kendi adıma hediye sunamamış hissetmem olmuştu. Ağlayarak
evden çıkışımı hatırlıyorum. Elimde iki buçuk lira ile dükkânların kapalı
olduğu o Pazar günü bakkaldan çikolata alıp eve dönmüştüm. Çikolatayı yeterli
görmemiş olmalıyım ki bir de minik şiir yazmıştım. Böylece kendime ait hediyemi
anneme verip elini öpmüştüm. O ilk şiirimdi. Şimdi anımsamıyorum. Annemin şiirinde geçen Atatürk’ün “dinlenmek için
yürümeye karar verirseniz asla yorulmazsınız” sözü benim için her zaman geçerli
olmuştur.
Atatürk Sevgisi
Bir Atatürk vardı
çocuğum
Ben O’nun kurduğu
O’nun beslediği,
Taptaze Cumhuriyeti
soludum doğarken.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Anneme, babama okuma
yazma öğretti,
Ben henüz bebekken.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Gözü gönlü cumhuriyet
dolu
Cumhuriyet dendi mi,
İçi titriyordu
Ben o Cumhuriyet’le
büyüdüm çocuğum.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Türklükle öğünen
Türklüğe güç veren
Türkü cihana, O tanıttı
çocuğum.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Siyasetçiydi, askerdi,
“Bu vatanı devrimler
yükseltecek” derdi.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Düşmanın yenemediği,
Sultanın baş eğdiği,
Kadını çarşaftan
kurtardı,
Festen de erkeği.
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
“Gençler…” diyordu
“Ufukların ötesini
görünüz
Dinlenmek için,
yürümeye karar verirseniz
Asla yorulmazsınız.
Yorulsanız bile, beni
takip ediniz.”
Bir Atatürk vardı
çocuğum,
Onun izinde yürüdük,
yürüdük.
Yorulmak bilmedik.
Bilmedik amma,
Bir sonbahar günü onu
kaybettik.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum. Benim
O’nu benim sevdiğim
gibi, sevebilirsen eğer
Sana vereceğim.
Atatürk nasıl sevilir?
Atatürk’ü sevmek kolay
değil.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum,
Verdiklerini geri
istiyor.
“Beni sevmek için,
beni anla” diyor.
Atatürk’ü anlamak
kolay değil.
Bir Atatürk var şimdi
çocuğum,
“Devrimlerimi tanı”
diyor.
“Devrimlerimi koru”
diyor.
“Devrimlerimi yaşat”
diyor
O zaman sen de bir
Atatürk’sün çocuğum.
Muhadder Okçuoğlu/1966
Bu şiiri nasıl okumam gerektiğini de bana kendisi
öğretmişti. Okuyuşumdaki vurgular, susmalar, tonlama hep onun dediği gibidir. Bu
arada, şiirini okuyabilmek önemli bence… Kendi yazdığına kendi inancı olmalı
insanın ki topluluklar önünde gürül gürül okuyabilsin.
Geçmişten geleceğe kurulan köprüde ilerlemeye devam
ediyorum.
Yıllar içinde ben yürüyüşümü sosyalizm bilimselliği ile
yoğrulan bir süreçte ilerleyerek sürdürdüm.
Sen benim sarhoşluğumsun
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim…
Ne ayıldım
Ne ayılabilirim
Ne ayılmak isterim
Başım ağır
Dizlerim parçalanmış
Üstüm başım çamur içinde
Yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim…
Nazım Hikmet
Beni çok iyi anlatan bu dizelerin Nazım’a ait olduğunu bile
bilmediğim yıllardı. Bu şiiri defterlerimin kapaklarına, mani defterlerime
yazdım. İlkgençlik günlerinde bir sisli arayış içinde kendi kendime yol alırken
Türkiye İşçi Partili can yoldaşlarım oldu. Hem kişilik hem de bilimsellik ve
insancalık dostçalık bir arada idi o ailede. Yıllarca süren dostluktan bana
pırıl pırıl bir dünya görüşüne sımsıkı sarılmak kaldı. Onlar göçüp gittiler.
Anneme yazdığım son dizeler onun öldüğü gün yakalarımızda idi.
Yaşamla ölüm
arasındaki
sonsuz alışveriş
annemizi aldı.
O bir mayıs çiçeği
olarak
sevgimizle sonsuza dek
yaşayacak
TİPli ağabeyim için yazdığım şiir ise:
Sek Sek Yürek
İsmet Ercan'a
Sek sek yürek
ortada pay edilememiş
ekmek
şaşmak kapışana somunu
didik didik ederek
buyur etmek, azı çoğa
sayarak
azından kendi payını
belirlemek
sevgi en değerli iyelik
sevdikçe varsıl,
sevgiyle arı, en çok da çocukları
kolay mı açlığı mideden
yüreğine sektirmek
sonra da yürekten
yüreğe alabildiğine sek sek
insandan insana tek tek
bilinç götürmek
sayfaları didik didik
ederek.
İsmet Ağabeyimizin eşi
Şükran Ablamıza yazdığım ve sağlığında sunduğum şiirim ise Aynı adını taşıyordu.
Hatırlar mısın,
Aynı rüzgarla gelen
Saman kokusuna binip
Gitmiştik o bildik
köye.
Aynı günbatımını
bölmüştük yüreklerimize.
Yüzyıllar öncesinden
Dipten derinden gelen
Aynı hüzün
patlamasıyla
taşmıştık birbirimize.
Aynı sevinçti seninki
de
Kayanın arasından
fışkıran,
Bir demet pembe
umuttuk.
Aynı hayırları
haykırdık gökyüzüne.
Hatırlar mısın?
Hep aynı acılarla
yanan gözlerde buluştuk seninle.
Şimdi artık umut inanç ve sevgi üzerine konuşma zamanı.
Umut, toprağa ekilen
tohumun yeşermesi beklentisi
İnanç; havanın,
toprağın ve tüm diğer koşulların yolunda gideceğine ve tohumun yeşereceğine
güvenmek.
Sevgi; tohumu ekerken,
toprağı çapalarken, yağmurda gelişmesini izlerken, yeşeren meyvesini tadarken
bizi gayretli yapan duygu, diye not almıştım.
Ben kendi doğrultumda şiirleri şimdilik iki şiir kitabında
ve öyküleri bir kitapta toparladım. Günler bana iki pırıltı verdi. Çocuklarım
oldu. Onlara annelik eğitimimi ve her güzel anımı borçluyum. Yedi çocuk kitabımla
başladığım edebiyat sürecimde görüşlerimi şöyle sıralayabilirim: En sıradan
şeyin bile öyküye konu olabileceğini düşünürüm. Öyküyü oluşturan
birikimlerimiz, bazen kendi yaşamımızdandır. Çoğunlukla da bir öykü kurgusu
içine gözlemler, düşler, küçücük etkiler bırakmış olan tanıklıklar da girer.
Aslolan ise bütün bu birikimin birbiriyle bağlantılarının iyi kurularak
kurgulanmasıdır. Büyükannelerimizin yamalı bohçaları gibi... (Şimdilerde
peçvörk deniyor) Renk renk, şekil şekil kumaşlar yan yana bitişir ama ne kadar
uyumludurlar.
Öykünün romandan farkı bütün bir yaşamı baştan alıp bir sona
kadar anlatmak yerine hayattan kesit vermesidir. Çehov buna önünden geçerken
bir pencereden içeride görülendir diyor.
Şiirle ilgili görüşlerimi zaman zaman yazıyorum. Postmodern işgale
karşı edebiyatı korumak gerekiyor. Şiirde amaç imgeler üretme yarışına dönünce
şiir nereye gidiyor diye düşünüyorum. Ruhsuz imgeler zekice sözcük
birleştirmeler…
Şiir nerede oluyor o zaman?
Düşünmeye sevk eden bir karikatürden farklı olarak alımlayanda,
aferin bak ne güzel buluş dedirtmenin ötesinde bir duygu bir titreşim bırakması
gerekmez mi şiirin?
Umut inanç ve sevgiyi önemsediğimi belirttim, evet, biraz da
ölenlerimizden söz etmeye son verip, yaşama geçerek, umudu ve yaşamı savunalım.
Bakın, babam dipdiri 90 yılını bitirmiş ve her gün saatli maarif takvimi
yapraklarını koparmayı iş edinmiş, gazeteden önemsediği yerleri kesip
biriktirmekte. Yakasındaki Atatürk rozetini göstererek yanıt vermekte hangi
partidensin sorularına… Bir şeylerden kopmak en çok yaşlılar için zordur. Babam
dededen kalma chpliliğinden kopma noktasında ve onların, Atatürk partisi olma
noktasından hızla uzaklaştığını gördüğü için, arayışlar içinde…
Bana gelince, ben bu günlerde arayışlardan çok bir tür
saptayışlar içindeyim. Politik hayatta oluşturulan platformlar çatılar derken
şimdi de cepheler dönemi başladı. Cepheleri oluştururken vidaları gevşek
bırakılmış bir çatı altında toplanınca çatının çökmesi hiç de beklenmedik bir
şey olmaz. Peki, vidalar nasıl sıkılır? Vidaları sıkmak demek, ilkeleri birer
güzel söz gibi söyleyip kalabalık toplamak değildir. Vidaları sıkmaya yarayan
güç emekçi sınıfların gücüdür. Onların demokrasisi olan proletarya
diktatörlüğünü iktidar perspektifinin tam ortasına yerleştirmektir. Yoksa
gevşek vidalarla kurulmuş olan her cephe dağılır.
İşsizler, emekliler ve gençler güçlerini ve sınıfsal
konumlanışlarını emekçi sınıfın ideolojisi ve öncülüğü ardına dizmek
durumundadır.
Vidaların sımsıkı olmasını; Türkiye’nin ilerici, devrimci
tarihini oluşturan geçmiş yapı taşlarına bu günü ekleyerek ve yarını
hedefleyerek ilerleyecek olanlardan istiyorum, hatta, yiğit insan Behice
Boran’ın Şili Halkı ile Dayanışma
Gecesinde (Şilili yurtsever devrimciler için özgürlük talebi hakkında
konuşurken) dediği gibi İSTEMEKTEN DE ÖTE TALEP EDİYORUM.
Nazım’ın Şeyh Bedrettin Destanı şöyle bitiyor:
Bana Ahmed:Senden bir «Bedreddin destanı» isteriz, demişti.
Ben, benden istenenin ancak bir karalamasını becerebildim. Daha iyisini de yapmağa çalışacağım. Fakat tıpkı benim gibi Ahmed’in dostu, arkadaşı, kardeşi olduğunu söyliyenler, benden istenen sizden de istenendir.
Ahmed’e, Bedreddin hareketini bütün azametiyle tetkik eden kalın ilim kitapları, Karaburun ve Deliorman yiğitlerini, etleri, kemikleri, kafaları ve yürekleriyle oldukları gibi diriltecek romanlar,
Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!
Dünü bugüne
bugünü yarına bağlayın!
diyen şiirler, boyaları kahraman tablolar lâzım.
İthaf şiirleri ile başladım, son ithafla bitireyim:
*ÇİÇEK AÇTIRAN
Yalçın Küçük’e
yolladığımız
armağan vardı mı özlerinize
düş
sellerimizdir
esansı sevgiden
kaynağı göz pınarlarımızdan
kabara kabara
dalga dalga Yalçınlarla kavuşan
canımızdan
akıttığımız direnç suyuyla
düş ile sevda
ile dayanırız Yalçınlarca
dayanamayız
esirliğin onurlardaki kirine
yıkarız biz
yıkarız, bilim ile sanat ile yıkarız
duvarlara çiçek
açtıran güçle
sonsuzca
yaşatırız onur anıtlarımızı
* Berfin Bahar dergisinde yayınlandı sayı 175- Eylül
2012