Lise yıllarında dediğim şuydu: “Gürültülü şiirler yazmak
istiyorum, gümbür gümbür şiirler!”
Daha sonraki yıllarda şöyle yazdığımı anımsıyorum: “Her
ozanın bir şiiri var. Ozan, kundaktan gömüte, bu şiiri dışlaştırmaya çalışır.
Kendini yenileme, yenilik çabaları ayağından bağlı kuşun durup durup değişik
yönlere uçma çabasına benzer, her uçma girişiminden sonra, kalktığı yere düşer
kuş. Yaşamlarını ve yapıtlarını iyi bildiğimiz ozanlara şöyle bir bakalım;
yanlış mı dediklerim?”
Durmadan çekiç salladığımız kayadan söz etmiştim. O kaya,
bir bakıma da kendi şiirimizdir, yalnızca şiir değil. Biz o kendi şiirimizden
kopartabildiğimiz parçaları şiir adıyla süreriz günışığına. Süreriz ama, hemen
de şiir olarak alınıp kabul edilir mi bunlar? Diyor ki C. Caudwell: “Estetik
olmayan etkiler bireyseldir, ortak değil. Ve toplumsal yaşantılara değil, özel
yaşantılara bağlıdır. Bilim nasıl çevre kutbuna yakınsa şiir de içgüdüsel kutba
yakındır şiir, dibe çökmüş toplumsal tarihtir, insanın doğasıyla mücadelesinin
coşkusal alınteridir.”
Yıllar sonra bu sözlerle karşılaşmak irkiltti beni.
Bilinçsiz ve bilinçli, kırk yılımı vermiştim şiire; nereden nereye gelmiştim ve
yaptığım neydi. Gerçekleştirebildiğim neydi? Eskilerin deyimiyle, han hamam,
para, pul, eğlence, dinlenme, hepsini hepsini elimin tersiyle ittim ve şiir
denilen tanımsızın ardına düştüm. Mani ve türkülerle başlayan şiir işçiliğim
heceden aruzdan özgür koşuktan geçerek geldi buralara. Geldi ama, hepsinden de
yükler aldı, tatlar, işçilikler aldı. Tanımı yok şiirin, tanımları var, diyorum
bugün. Hava yel ilişkisi neyse, dil –şiir ilişkisi de odur. Öbür söz
sanatlarına yük dışarıdan vurulur; oysa şiir, yükünü kendisi yaratır. Bir
görüş, bir düşün, bir anlam, öbür söz sanatlarının dışında da vardır; ama, şiir
yoksa bir görüş, bir düşün, bir anlam da yoktur!
Hiçbir arayışı horlamadım. Saygı duydum bütün çabalara.
Benim düşmanlığım, yoksamacı(nihilist) tavırlara karşı oldu. Kendine yer
açabilmek için, çirkin biçimde yoksamacı sesler çıkartanların suratlarına
tükürdüm yalnızca. Hiçbir ekolden, hiçbir kümeden olmadım. Nurullah Ataç da
içinde, hiç kimsenin emeği yoktur şiirimin oralardan buralara gelişinde. 1959’a
değin karanlıkta çalıştım, çıraklığımın nasıl geçtiğini ancak ben bilirim. Kaba
çizgileriyle anlatmaya çalıştığım yaşamımın, çevremin içinden süzülüp geldi
şiirim. Toplumsal dengesizliği iliklerime kadar yaşadım. Öfkemi biledi bu. Şiirde
lirizmden baştan beri hiç kopmadım. Bunu zaman zaman alay ve yergiyle besledim.
Kuruluktan, akıl hocalığından, mantık oyunlarından bilmeceli bulmacalı sözlerden uzak durdum.
…..devrimci şiir yazıyoruz diye öyküye, belgiye, akıl
hocalığına yaslananlara hep bunu demek istemişimdir. “do demekle do olmaz”
devrimci şiir, on dizede kırk devrim sözcüğü kullanılarak yazılmaz! Biz o
gümüşlü izini anlatalım, “salyangoz” demek istediğimizi başkası bulup
çıkartsın.”
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL