OKUMA YAZMANIN IZDIRAPLARI, B. SADIK ALBAYRAK
Adet olmuş, önce kitabın 365 sayfa, yedi bölüm ve Doğu
Kitabevi yayınlarından çıktığını belirterek başlamalıyız. Bölüm başlıkları:
Umut ve Öfke Atlası, İşçinin Sesini Duyuranlar, Emekçinin Türküsünü Okuyanlar,
Bugündeki Tarihi Arayanlar, Ayışığında Görünenler, Okuma Yazmanın Tuzu Biberi
ve Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) Kavgası… Aslında yazar önsözde, kitabı
tanıtacak olanlara çok az söz bırakırcasına derdini anlatıyor. Tanıtım
yazılarına pek bir diyecek söz bırakmıyor. O nedenle bu değerli çalışmayı
neresinden kavrayarak sunsam diye epey düşündüm.
Ülkemizde yazar olmadan önce iyi bir okur olma sürecinde,
birçok kişinin el yordamı ile bin bir zorlukla kitaba erişme öykülerini
okumuşuzdur. B. (Bizim) Sadık da böyle bir süreci anlatıyor. Ne var ki bu
sürecin devamında iş değişiyor. Anlatılan şey, kişisel okuma serüveninin arka
planından ön planına geçen Türkiye’nin yakın edebiyat tarihinden bir kesite
dönüşüyor.
İyi hoş, tabii ki dönemin değerli yazarçizerleri ile
yollarının kesişmesi, onlarla tanışmak için bu yolları kesiştirmeye çabalaması
anlaşılır şeylerdir. Ama burada da kalmıyor yazarımız.
Bana kalırsa en iyisi bu kitabı birkaç amaçla okuyalım
okutalım… Evet yakın dönem edebiyat tarihi diye okuyabiliriz, genç bir okurun
kitap okuma aşkının öyküleri olarak da bakabiliriz bu çalışmaya, ya da bence
daha da önemlisi, gençler için okuma haritası diye bakmalıyız. Çünkü böyle bir
haritaya çok ihtiyacı var toplumun…
Yazar, yazarımız demek yerine Bizim Sadık demeyi seçtiğimi
fark ettiniz sanırım. İdeoloji yerine de “düşüngü” diyeceğim. Bizim Sadık’ın
kendini konumlandırdığı düşüngüsel safını “İktidarın alkışçısına dönüşerek
zenneleşen yazar intihar etmez ama aklı ve sanatını öldürmüştür. Zenneleşerek
canını kurtarmıştır ama yaratıcılığını, insani bir dünyanın umut ve öfkesini
öldürmüştür.” deyişinden daha önsözde algılıyoruz. O, “Okuma yazma, daha iyi
bir kişilik kurmak, insanı umut ve öfkeyle ileriye götürmek için değilse neye
yarar?” diye de soruyor. (s: 14)
Böyle bir düşüngü sahibi, doğal olarak postmodernizmin
eleştirisini de yapacaktır. “Edebiyat çok siyasi bir iştir,” (s: 37) dediği
bölümcede devrimci bir edebiyat yapayım derken burjuva toplumsal bilincinin
edebiyattaki öğelerine kapılanları uyarıyor.
İlerleyen bölümde, Bizim Sadık’ın yolu İnsancıl Dergisi ile
buluşuyor. Cengiz Gündoğdu ile günümüze kadar yol arkadaşlıkları sürüyor. Eminim
sermayenin star sistemine dahil olan yazarlara geçersizdir diyerek eleştiren
bir derginin mutfağında olmak çok önemli birikimler katmıştır. Cengiz
Gündoğdu’nun Estetik Kalkışma adlı kitabından bir alıntı var. Okurken ben de
not etmiştim, Bizim Sadık da kitabına alıntı olarak almış: “Taş yontması,
Pratik Kalkışması’dır. Attığı taşın nasıl olup da düştüğünü bulması Bilimsel
Kalkışması’dır. Yonttuğu taşın sapına gül yapması Estetik Kalkışması’dır.
Yaşamın anlamını araması Felsefi Kalkışması’dır.”
Bana kalırsa bu kitap sadece okuma serüveni, yakın edebiyat
tarihi ya da gençlere okuma kılavuzluğu etme okuma haritası çıkarmanın ötesinde
bir yerdedir. O yer; gerçekçi edebiyat savaşımında hem burjuva sanatı safları
ile hem de solda olduğunu varsaydığımız “emekçi sınıflar adına köşeleri tutmuş
bazıları” (s: 82) ile olan savaşımdır. İşte asıl benim değerli bulduğum kısım
da burada…
“Kitap hamalı, ömür boyu öğrenci”mizin okuma yazma coşkusu
onu ikinci önemli öğretmeni, “bilimi hep heykel yapma olarak düşünüyorum.” diyen
ve “sözcüklerden heykeller yapmaya çalışan”
Yalçın Küçük ile buluşturuyor. İlginç bir hesap işleri bölümü var.
Yalçın hocamızın yılda 2 kitap yazdığı ve her kitap için kaç yıl yattığı ile
ilgili… Hal böyle olunca, Yalçın hocaya yorulmak bilmez bir fikir jeneratörü
demekte çok haklı. Bizim Sadık, bunca gelişkin düşünce ürünü kitabın sahibi
Yalçın hocanın en çok yakındığı şeyin “düşüncelerinin yeterince eleştirilmemesi
ve tartışılmaması” olduğuna değinmiş. (s: 95) Aslında bu sessizlikle yoksanmak,
tüm gerçekçi edebiyat eserleri verenlerin de kaderi… Yalçın hocanın son kitabı
Çıkış’a “televizyonla rekabet eden kitap” (97) dediğini okuyoruz. “Tekeliyet”
morgundaki insanı çimdikleyip aklını uyarma adına yeni yollar arıyış, tüm
gerçekçi edebiyat ve bilim emekçilerinin çabasıdır.
Yaşantısı boyunca düşüngüsünden bir
milim sapmayan Bizim Sadık bakın ne diyor: “Kitabevlerinin kapanıp yerine
kebapçı dükkânlarının açıldığı bir toplumda işçinin yazarı, ancak sosyalist
dünya görüşüne bilinçle bağlı, inatçı, sabırlı bir yazar olabilir.” Şu anımızın
umutsuzluğa kapılan yazarlarına çare olarak da “Yüreğindeki ateşi harlandıracak
kaynağı hayatta bulamıyorsa; bilimde, felsefede ve insanlığın sanatsal
birikiminde arayacak, tarih bilinciyle pekiştirerek eserler vermeye devam
edecek.”
Bizim Sadık, aynı düşüngü ile gerçekçi edebiyat
yazarlarımızın eserlerine değine değine çizdiği okuma haritasının bir yerinde
Kemal Bekir’in eserlerinden “Umutmamak”tan söz ederken “sanat dünyamızın etkin
insanlarının portresini çiziyor” (s: 136) demiş. Kendisi de OKUMA YAZMANIN
IZDIRAPLARI’nda sadece “etkin insanların” portrelerini çizmekle yetinmiyor, devrimci
bir edebiyatın yolunu tıkayanları da çarpılayıp karşılarına dikiliyor.
Sovyet eğitimcisi Makarenko’nun Yaşam Yolu kitabı ile Köy
Enstitüleri eğitimi ve oradan yetişen edebiyatçıları anlattığı bölümler bir
çeşit Köy Enstitüleri çalışması olarak okunmalıdır.
Şiir ile ilgili bölümün ardından Brecht’e ve sonra günümüze
damgasını vuran önemli olaylara sıra geliyor. Bizim Sadık bu bölümde “Charlie
Hebdo’nun çizer ve yazarlarını eleştirel aklından dolayı katleden silahla,
sözde felsefe, bilim ve edebiyatla aklı ortadan kaldıran postmodernizmin
bağını,” göstermekle en önemli işi yapıyor. “Araçlar ve silahlar farklı,
aydınlanma ve insan aklına düşmanlık ortak,” (s: 239) diyerek safını/ safımızı
en kesin dille söylüyor. Kitabın en önemli işlevlerinden biri de bu bakışın
tarihe not olarak düşülmüş olmasıdır.
Bizim Sadık’ın safı meta üreten düzene karşıdır. İnsanı “iş
hayvanına” indirgemeye karşı duran bir edebiyattır gerçekçi edebiyat… Biliriz
ki: “Toplumsal gerçek, böyle gördüğünü belgeler; emperyalizm ve tekeliyet
çağında bütün dünyada, insanı, ‘iş hayvanına’ indirgemek için kanlı savaşlar,
akıl bitirici medyalar, aç düşürücü kıtlıklar tezgâhlanır.” (s: 259) İş
hayvanına ölümü reva gören bu sistemin iş kazalarına ambulans yerine imam
göndermesini gözlemliyor, bunu edebiyat birikimlerinden bilgece süzüp eliyor.
Sabahattin Ali’nin sarayın sonunu haber veren “Sırça Köşk” eseriyle birleştiriyor, ölmeden mezara
konanların bir gün mutlaka hak ettikleri cevabı alacaklarına olan inancını
kitap boyunca bize duyumsatıyor.
Gerçekçi edebiyat savaşımı, kalkışması kitabın son iki
bölümünde ete kemiğe bürünmüş: Benim de kınama imzacıları arasında olduğum,
Orhan Pamuk eleştirisi sırasında Bizim Sadık’ın saldırıya uğraması olayını
etraflıca işlemiş… Son bölüm edebiyatın köşe tutucularına karşı duruşun
savaşımını tarihe not düştüğü bölümdür: TYS seçimleri sürecinde verilen
mücadele…
Benden söylemesi, bu kitabı okurken yanı başınızda kitap ve
yazar isimlerini not edeceğiniz bir kalem kâğıt olmalı… Kitap bitince elinizde kitaplığınıza
katacağınız yeni kitaplar listeniz olacak.
Evin Okçuoğlu
Berfin bahar dergisinde (temmuz 2015) yayınlanmıştır