ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

11 Şubat 2016 Perşembe

İFTARLIK GAZOZ*



İFTARLIK GAZOZ* 
Türkiyem cennetim şarkısı ile “Türk övün çalış güven” yazısının temsil ettiği saf, bir hapishane içinden /yönetiminden yansıtılırken diğer iki saftan biri camiden, imamdan diğeri de devrimci sosyalist halk evinden yansımakta… Bir de yöre halkı var. Tütün ekimiyle uğraşan ege kasabasında yaşıyorlar. Filmin sonunda devrimci ölmekte, Türkiyem cennetimciler ve yöre halkı buna üzülmekte ama Mevlana bize “son” yazısı öncesi bir cümle ile almamız gereken dersi dayatmakta… “Açlığa sabır, Allah’ın has kullarına bir lütuftur”.
Filmde oruç ile ölüm orucu arasındaki mistik bir bağ kurulmuş… “Orucunu bozarsan 61 gün oruç tutman gerekir” diyen hoca efendinin sözleri ile şu işe bakın ki! on yıl sonra açlık grevinin 61. gününde ölen genç arasında mantıksal nedensel olmayan mistik bir bağ kurma çabası ise harika bir sinematografik işleyiş ile veriliyor. Hapishane ya da hastane koridorundaki sedyeden tavana bakınca görülen floresan ışıkların akışından okul koridoru tavanındaki ışıklara doğru bir geçiş ile kahramanın çocukluğuna gidiyoruz. Aynı şekilde aradan geçen on yıllık bir kopukluktan sonra birden bire kahramanın öldüğü sahneye geçiliyor. Sinema bölümü öğrencileri için, filmlerde geçmişe dönüşlerin (flashback) nasıl yapılabileceği ile ilgili tekniklere iyi bir örnek olabilir. Çekimler güzel olabilir. Naif öğelerle süslü mizah bizi güldürebilir. Çocukluğundan bir kesite tanık olduğumuz genci ölüm orucunda yitirmek bizi ağlatabilir. Çocuk psikolojisi ile çocukluk sevdalısı olduğu kız oruç tutuyor diye tekne orucu değil, tam oruç tutmaya çabalayan birisinin, kızdan aşağı kalmama hayalleri, kızın sadece ramazanın başında sonunda bir de kadir gecesinde oruç tuttuğunu öğrenmesi ile sarsılır. Çalıştığı gazoz atölyesi sahibinin seyyar arabasında gazoz satarken özenle sayıp yüz gazoz kapağını kıza bir torba içinde hediye eder. Naif göze girme çabaları bize sevimli görünür. Gazozları şişeleyip satan usta bu küçük çırağı (Cem Yılmaz) bir patron değil, kendisine emanet edilmiş bir evlat gibi görmektedir. Çırağın başına bir şey gelse, kötü yola düşse “bana demezler mi sen nasıl bir ustasın diye,” düşüncesindedir. Ama yine de en yokuş yerde seyyar gazoz arabasında çırağı bir başına kan ter içinde bırakıp yoldan geçen arabaya atlayıp kasabaya gider.
Bu ayrıntılarla kendimizi feodal kırsal kasabanın Ege’ye özgü bir dinselliğin yobazlaşmayan ortamında buluruz. Gece tütün kırma sahnesindeki fenerlerle ışıldayan kırsal ve eşlik eden müzik zihinde iz bırakıcıdır.
“Odtu’ye gidip başımıza solcu olmuş” bir ağa oğlundan edindiği kitaplarla başlayan serüven nasıl gelişti bilemiyoruz. Birden bu güne (80lere) geliyor ve açlık grevinin tesadüf bu ya 61. gününde tam da oruçlara son verip anlaşmaya varıldığı gün, genci yitiriyoruz.
Sonuç olarak bu gerici bir filmdir ama dinsel öğeler bulunduğu için değil, ya da oruç, imam, teravi gibi konulara yer verdiği için değil… Yerli gazozu savunan ama halkın modaya uyup cola markalarına yönelişi ile yani tekelci sermaye sisteminin gelişi ile işleri bozulan küçük üreticiyi savunmak, milli sermaye diye bir şeyin kalmadığı bir dünyada milli sermayecilikten ötesini dillendirmemek, üstelik bunu “dondurmam gaymak”ta da yaparak kendini tekrar etmek… gericilikte ısrardır. Tarihi ileri doğru yaşamak istemeyen, tekelci dünya sömürüsüne karşı bir aşama geri gidip milli sermaye dönemlerine özlem duyan ama emperyalizmin bir sıçrama ile varması kaçınılmaz olan sosyalizme yönelenleri de açlık grevi vesilesiyle öldürüp üzerine ağıtlar yakmak ilerici bir film etmez.
Postmodernizm işte böyle bir şeydir. Gerçeklikten yola çıkar, gerçekle nedensel diyalektik bağları kurmada terslikler yaparak yani çarpıtarak vardırmak istediği yere gelir. O yer ayağı yere basmayan süreçteki işleyişin varmayacağı bir yerdir. Ama süreç doğal olarak işlenmiş, yer yer insanca öğelerle süslenmiştir. Biz bu sürecin etkisine kapılırız. Varılan yere nasıl geldiğimizi düşünmeden eseri beğeniriz. Tıpkı son on dakikasında, üstelik bir Cem Yılmaz oyunculuğuna rağmen, ağlamaktan bir hal olduktan sonra üstelik hapishane müdürünün dahi açlık grevindeki gencin ölmesi haberini verip, başını eğerek üzüldüğünü de gördükten sonra, bütün sebepler sonuçlar çorba haldedir. Tam bir sınıf kardeşliği içinde, en duygulu anlardayız… Anne ağlar, usta ağlar, seyirci ağlar…  Taa ki son sahnede ekrana düşen bir Mevlana sözüne kadar: “Açlığa sabır, Allah’ın has kullarına bir lütuftur”. Demek sabredemeyip ölen “kul” has değil…
Son sahnelerde bir şok ile Mevlana devreye giriyor… ilerici devrimci ilkeler uğruna bir kavgada ölene değil, sabreden bir has kulun uğradığı lütufla yitişine ağlıyorsunuz.
Postmodernizm işte böyle ince ince işler, bir yere kadar her şey doğru dürüst giderken birden bire büyü bozulur. Gerçekten uyandıran bir büyüdür bu… Bütün ince ince işlemelerle aklımıza kazınanlarla farkında olmadan bambaşka bir kıyıya sürüklenmiş buluruz kendimizi…
*Gösterim: 29 Ocak 2016/ Yapım: Yüksel Aksu

Evin Okçuoğlu