SEHER UYKUSU *
Evin Okçuoğlu
Bir romanda olması gereken özellikler nelerdir? Öykü ile
romanı birbirinden ayıran nedir? Bu sorulara yanıtı veren öykü ustası Anton
Çehov öykü için şu benzetmeyi yapar; bir evin önünden geçerken pencereden
görünen bir kesit… Roman ise roman kahramanlarının yaşamını derinlemesine
irdeleyen edebi eserlerdir; kısa bir kesiti değil, tüm yaşamı kapsar. Ayrıca
romanlarda yaratılan karakterler kendi doğalarına uygun beklenen tavırlar
içinde olur ve süreç içinde bir değişim gösterirler. Bu değişimler ise olay
örgüsü içinde akar…
Yazarımız İbrahim Koyun Seher
Uykusu adlı eserinde yer zaman vererek yakın tarihimizin bir kesitini
işliyor. İşlenişte ana roman kahramanı yanı sıra yan figürlere yer veriyor. Ana
figür çevresinde devinen süreçlerde bu kişiler arası ilişkiler karakter
yapıları bütünü ile belli bir dönemin siyasal ekonomik ve sosyal yapısına ışık
tutuyor.
Yazarın belirgin yönlerinden biri betimlemelere çevre
tanıtmaya özen göstermesi, bir diğeri de kişilerin hiçbirini abartmaması,
iddialı hamasi bir sloganlaştırmaya gitmemesi… Kurgu olarak da okuru hiç
zorlamadan yürüyen bir akışa sahip olan roman Ege’de Aydın ilinde geçiyor.
Aydın Ovası ve Aydın Dağları betimlemelerinde yazar bizi
adeta romanın geçtiği yerlere doğru esen rüzgârla taşıyor. Kendimizi dut
ağaçları ve palmiye altında, süs havuzlu, heykelli bir parkta buluyoruz. Parkın
müdavimleri romanın kahramanlarıdır. Filozof Avni, Seyit’in çay bahçesinde
çalışan akrabası Kasım ve parka gelen öğrencilerden Bahar ve İpek ilerleyen
sayfalarda bizi kendi dünyalarına çekmeyi başarıyorlar.
Küçük esnafın hayata bakışı, ekonomik hayatın 80 öncesi ve
sonrası nasıl değiştiği, ekonomik ve politik düzeneğe bu değişimin yansıması romanı
bir 12 Eylül öyküsü olmaktan çok daha fazla bir şey yapıyor.
Roman 12 Eylülü işliyor diyerek kesip atarsak çok eksik
bırakmış oluruz. Okuyacağınız, acıklı işkence anlatımları ve yaşanan vahşet öne
çıkarılarak sıradanlaştırılmış bir 12 Eylül romanı değil… İçinde bilinçli,
bilinçsiz, katil, filozof, yoksul, zengin ve eğitimli, eğitimsiz olsun birçok
insan var. Onların kişisel yaşantılarının evveli sonrası var. Bu insan ve
insancalık özlediğimiz bir şey… Eti kemiği ile kanı canı ile duyguları
kavgaları ile abartmadan ama yiğit insanlar olduğu gibi kötücül yanları ile
toplumsal saflaşmada yerini alanlar bir arada yoğurulmuş.
Bu parkta, hayatın bir parçası olan aşkın da olması çok
doğal... Gerçek aşk, gençlik aşkı, aşkla yüklenilen fedakârlığın boyutları bir
sarmaşık gibi ideolojik farklılıklar, kişilik farklılıkları ve sosyal statüler
ile sarmalanmış olarak seriliyor romanda…
Roman, cumhuriyetin ilk yıllarında ve 70’lerdeki eşkıya kavramında bile nasıl bir değişikliğin
olduğunu gözler önüne seriyor. İki alıntı ile paylaşıyorum: “Zenginlerin yolunu
kesti, soygunlar yaptı ve meskenlerini basıp haraç topladı. Yaptığı baskın ve
soygunlardan topladıkları para ile ganimetlerin büyük bir bölümünü el altından
yoksul halka dağıttı. Yaptığı yardımlar sayesinde itibar gören ve saygınlık
kazanan bir eflkıya oldu. Bu sevgi sayesinde jandarma baskınları ve kurulacak
pusuları önceden haber alıp kurtuldu. Böylece serbest dolaşım alanları
genişledi. Diğer yandan haraç vermeye yanaşmayan bey ve ağaları, köy
meydanlarında veya düğün törenlerinde kalabalık ortamlarda acımasızca katletti.
Aydın ve Muğla yöresine korku ve dehşet salmaya devam ettikçe Eşref’in ünü
arttı. Adını duyanların yüreği korku ile doldu. Böylece Eşref “Muğla Canavarı” unvanını aldı.”
“Aslında bunlar bilet karşılığında haraç topluyorlar. Öyle
değil mi Ali Amca?” “Evet, öyle. Resmen
haraç topluyorlar. Vermeyen olunca canını çok kötü yakıyorlar.” “Çok kötü günler bizi bekliyor. Gündüz
herkesin içinde bir dükkânı dağıtmak cesaret ister. Onlar bu gücü nerden alıyor. Bu zamanda
olacak iş değil!..” “O kadar enayi değiller. Bilet almaya yanaşmayan olduğunda
ses çıkarmadan çekip gidiyorlar. Aradan birkaç gün geçmeden, bir gece karanlıkta
iş yerini ya kundaklıyorlar ya da içerde ne varsa kırıp parçalıyorlar.”
Bu karşılaştırma romanda yok. Karşılaştırma yapmak, okura
düşen bir görev oluyor. Okurun akıl süzgecinin devrede olması, kendisini okuma
edilginliğinde bile etkin kılması gerekiyor. Okuyanı önemsediği için her şeyi
hap yapıp sunmayan, okuru kolaycılıktan çıkarıp aktif olmaya çağıran bir
anlatımı var İbrahim Koyun’un.
Ege’den esen ve insanca olanı, yiğitliği, acıları ve
ezimleri ile yaşamı bize taşıyan bu edebiyat rüzgârına kapılın derim.
Seher Uykusu, İbrahim Koyun, Kora Yayın, Temmuz 2016, 189
sayfa