ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

12 Temmuz 2016 Salı

SEHER UYKUSU



SEHER UYKUSU *
Evin Okçuoğlu

Bir romanda olması gereken özellikler nelerdir? Öykü ile romanı birbirinden ayıran nedir? Bu sorulara yanıtı veren öykü ustası Anton Çehov öykü için şu benzetmeyi yapar; bir evin önünden geçerken pencereden görünen bir kesit… Roman ise roman kahramanlarının yaşamını derinlemesine irdeleyen edebi eserlerdir; kısa bir kesiti değil, tüm yaşamı kapsar. Ayrıca romanlarda yaratılan karakterler kendi doğalarına uygun beklenen tavırlar içinde olur ve süreç içinde bir değişim gösterirler. Bu değişimler ise olay örgüsü içinde akar…   
Yazarımız İbrahim Koyun Seher Uykusu adlı eserinde yer zaman vererek yakın tarihimizin bir kesitini işliyor. İşlenişte ana roman kahramanı yanı sıra yan figürlere yer veriyor. Ana figür çevresinde devinen süreçlerde bu kişiler arası ilişkiler karakter yapıları bütünü ile belli bir dönemin siyasal ekonomik ve sosyal yapısına ışık tutuyor.
Yazarın belirgin yönlerinden biri betimlemelere çevre tanıtmaya özen göstermesi, bir diğeri de kişilerin hiçbirini abartmaması, iddialı hamasi bir sloganlaştırmaya gitmemesi… Kurgu olarak da okuru hiç zorlamadan yürüyen bir akışa sahip olan roman Ege’de Aydın ilinde geçiyor.
Aydın Ovası ve Aydın Dağları betimlemelerinde yazar bizi adeta romanın geçtiği yerlere doğru esen rüzgârla taşıyor. Kendimizi dut ağaçları ve palmiye altında, süs havuzlu, heykelli bir parkta buluyoruz. Parkın müdavimleri romanın kahramanlarıdır. Filozof Avni, Seyit’in çay bahçesinde çalışan akrabası Kasım ve parka gelen öğrencilerden Bahar ve İpek ilerleyen sayfalarda bizi kendi dünyalarına çekmeyi başarıyorlar.
Küçük esnafın hayata bakışı, ekonomik hayatın 80 öncesi ve sonrası nasıl değiştiği, ekonomik ve politik düzeneğe bu değişimin yansıması romanı bir 12 Eylül öyküsü olmaktan çok daha fazla bir şey yapıyor.
Roman 12 Eylülü işliyor diyerek kesip atarsak çok eksik bırakmış oluruz. Okuyacağınız, acıklı işkence anlatımları ve yaşanan vahşet öne çıkarılarak sıradanlaştırılmış bir 12 Eylül romanı değil… İçinde bilinçli, bilinçsiz, katil, filozof, yoksul, zengin ve eğitimli, eğitimsiz olsun birçok insan var. Onların kişisel yaşantılarının evveli sonrası var. Bu insan ve insancalık özlediğimiz bir şey… Eti kemiği ile kanı canı ile duyguları kavgaları ile abartmadan ama yiğit insanlar olduğu gibi kötücül yanları ile toplumsal saflaşmada yerini alanlar bir arada yoğurulmuş.
Bu parkta, hayatın bir parçası olan aşkın da olması çok doğal... Gerçek aşk, gençlik aşkı, aşkla yüklenilen fedakârlığın boyutları bir sarmaşık gibi ideolojik farklılıklar, kişilik farklılıkları ve sosyal statüler ile sarmalanmış olarak seriliyor romanda…
Roman, cumhuriyetin ilk yıllarında ve 70’lerdeki eşkıya kavramında bile nasıl bir değişikliğin olduğunu gözler önüne seriyor. İki alıntı ile paylaşıyorum: “Zenginlerin yolunu kesti, soygunlar yaptı ve meskenlerini basıp haraç topladı. Yaptığı baskın ve soygunlardan topladıkları para ile ganimetlerin büyük bir bölümünü el altından yoksul halka dağıttı. Yaptığı yardımlar sayesinde itibar gören ve saygınlık kazanan bir eflkıya oldu. Bu sevgi sayesinde jandarma baskınları ve kurulacak pusuları önceden haber alıp kurtuldu. Böylece serbest dolaşım alanları genişledi. Diğer yandan haraç vermeye yanaşmayan bey ve ağaları, köy meydanlarında veya düğün törenlerinde kalabalık ortamlarda acımasızca katletti. Aydın ve Muğla yöresine korku ve dehşet salmaya devam ettikçe Eşref’in ünü arttı. Adını duyanların yüreği korku ile doldu. Böylece Eşref  “Muğla Canavarı” unvanını aldı.”
“Aslında bunlar bilet karşılığında haraç topluyorlar. Öyle değil mi Ali Amca?”  “Evet, öyle. Resmen haraç topluyorlar. Vermeyen olunca canını çok kötü yakıyorlar.”  “Çok kötü günler bizi bekliyor. Gündüz herkesin içinde bir dükkânı dağıtmak cesaret  ister. Onlar bu gücü nerden alıyor. Bu zamanda olacak iş değil!..” “O kadar enayi değiller. Bilet almaya yanaşmayan olduğunda ses çıkarmadan çekip gidiyorlar. Aradan birkaç gün geçmeden, bir gece karanlıkta iş yerini ya kundaklıyorlar ya da içerde ne varsa kırıp parçalıyorlar.” 
Bu karşılaştırma romanda yok. Karşılaştırma yapmak, okura düşen bir görev oluyor. Okurun akıl süzgecinin devrede olması, kendisini okuma edilginliğinde bile etkin kılması gerekiyor. Okuyanı önemsediği için her şeyi hap yapıp sunmayan, okuru kolaycılıktan çıkarıp aktif olmaya çağıran bir anlatımı var İbrahim Koyun’un.
Ege’den esen ve insanca olanı, yiğitliği, acıları ve ezimleri ile yaşamı bize taşıyan bu edebiyat rüzgârına kapılın derim.

Seher Uykusu, İbrahim Koyun, Kora Yayın, Temmuz 2016, 189 sayfa