ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

12 Ağustos 2010 Perşembe

ARINMA

ARINMA


Yazın aldığı maaş kesildiği için hamallık yapan, kışın ise sözleşmeli öğretmen olan Baba, bu yaz kalp krizi sonucu öldü. 15 yaşındaki kızı ve 21 yaşındaki oğlu kendilerine yardım etmek isteyen kuruluşu “Daha çok ihtiyacı olanlara verin” diyerek nazikçe reddetti.
Gazetenin birinde iki gün haber oldular. Birinci günkü minik ölüm haberinin manşetinde “özür dileriz öğretmenim” yazıyordu. Kim kimden özür diliyor anlamadım. Kendini insanlık adına sorumlu gören şirin bir basın mensubuna ait olmalı bu manşet... Ertesi gün çocuklara burs sağlayarak yardım etmek isteyenlere “hayır” diyen evlatların haberi vardı. Böylece konu kapandı.
Ölen baba evlatlarına miras olarak insanlık onurunu bırakmış diye düşündüm. Düşüncelerim bazen alıp başını gidiyor. Deniz Gezmişlerin ölüme gidişlerinden belki farklı gibi görünebilir öğretmenin ölümü ama işin özüne bakarsak, ikisinin ortak yanlarını görmek olası. Onurlu bir yaşamda ısrar ettikleri için onurlarıyla öldüler. Şimdilerde kimilerinin enayilik olarak gördüğü, alınteri ile onuru ile yaşamak ve öyle yaşayanların safında olmak açısından, Denizlerle örtüşen bir saftaydı sözleşmeli öğretmen.
Eğer sisteme uyumlu davranışların dışına çıkarsanız sözleşmeniz yenilenmez. Haksızlığa, yalana dolana, hırsızlığa yolsuzluğa hayır diyen bir tarzınız varsa işsiz kalırsınız. “İşi bilenler” ise konuşurlar:
“Abi, yeni bir ihale var, senin tanıdık araya girse de alsak. Tabii ne kadar gerekiyorsa takdim ederiz kendisine.”
“Malı teslim ettik abi, aracı firmamızdan alacak belediye kaldırım taşlarını.”
“Şehrin merkezine yakın büyük alış veriş merkezi inşasına giriştik. Arsalardan birini verip iskân izni tıkanıklığını aşarız. Ee bu işler böyle…”
Bu konuşmaları yapanların gözle görünmeyen bir örgütlülüğü ya da cemaatleşmesi söz konusu zaten. Bunun dışındaki toplaşmalar ise yasak. Yoksulluk yardımı, sadakası bursu ile toplumun birey ve yurttaş yanı törpüleniyor. İlerde yurttaşı olarak hissedilecek bir devlet yapısı da ortaçağ karanlığında görünmez olacak.
Adım atmak için bile rüşvet vermeye mecbur kalınan bir düzeneğin içinden, her insanca yaşama sürecinin dinlenip gözlenip izlendiği ve denetlendiği çarkın içinden çıkıp, kendini sokağa atmak isteyen milyonlarca Amerikalı kaldırımlarda, metrolarda, kartondan derme çatma barınaklarda, kimlik numarasız, sigortasız, evsiz, banka kartsız ve sağlık yardımsız, hayır kurumu barınakları yardımsız yaşamayı seçiyor.
Güvenlik güçleri tarafından görüldükleri yerde olası suçlular olarak algılanan bu kalabalıklar gittikçe ve kimi zaman da istekleri dışında hayatın zorlaması ile işsiz kalarak, evsiz barksız kalarak sokağa itilenlerin de katılımı ile çoğalıyorlar.
***
Güzel güzel yazıyordum. Yazdığımı okur kesti.
“Bir öyküde bunların işi ne yazarcım? Topla pılısını pırtısını çek şu kalabalığı buradan. Ortalıkta pis pis kokup yolumuza mani oluyorlar. Pis ve tembel insanlar kalabalığı bunlar, acımayacaksın. Hem kendi seçimleri böyle yaşamak, bakma sen, içlerinde yüksek eğitimli olanlar bile var.”
***
Ben yazar olarak hep ince ince düşünüyorum da yine de bazen okurun ne istediğini anlayamıyorum. Düşünmek istemediği kesin ama anlamamakta direnmesine ne demeli!!
Bu bakış açılarının eğriliğini nasıl doğrulatacağım? Öyle bir kısır döngü içinde yürüyor ki konu devrimsel bir sıçrama olmadan değişimin başlaması olası değil…
Ona anlatmalı şimdi:
İnsan karakteri, içinde olduğu yalan dolan ortamına uyumlanmadıkça yaşayamayacağını anlayınca bozulmaya başlıyor.
Orman kanunlarını şehirlere taşımışlar. Yaşamak için bencilleşip, sağa sola dirsek atarak ilerlemeyi yol biliyorlar. Böylece bozulma başlayınca yalan dolancıların sayısına eklenerek sistemi hem besliyor hem de ondan besleniyorlar. Sistemi hem çürütüyor, hem de kendi çürüyor. Çürüklüğünü bulaştırıyor etrafa… kirden geçilmiyor ortalık. Asıl kir ile okurun yakındığı kir aynı kir değil. Bunu ayırt edemez hale gelelim diye yırtınanlar var.
Kirlerini görmememiz, yakınmamamız için de her yol deneniyor.
Temiz bir yer kalmazsa en kötüsü kire alışırız, kanıksarız artık kiri göremez oluruz. Böylece anormallik normalleştirilmiş olur.
***
Temizlik hastalığım böyle başladı. Yazıp çizmeyi bıraktım. Elimde artık kalem yok. Bir gün toz bezi, bir gün fırça, bir başka gün deterjanlar, silgiler, sabunlar; yıkıyorum paklıyorum silip süpürüyorum.
***
Odanın parmaklıklı penceresinden sızan ışık gittikçe azalmakta, yazdığımı göremez oluyorum, başımı kaldırıp beyaz boyalı duvara bakıyorum. Gözümü ovuşturup ayağa kalktığımda kapı açıldı. Beyaz giysili güleç kadın elinde su ve ilaçlarla girdi yine. İçmemi kontrol ettiğini sanarak, yüzüne takılı donuk gülücüğü ile bekledi. Lekesiz duvarlar, kusursuz temizlik görüntüsünün altını kazıyorum şimdi. En kötüsü de bunlar oluyor. Hangisi kirli aslında? Net olarak kirli gördüklerimin içi tertemiz çıkıyor. Tertemiz görünenlerin altında ise irinli kirler birikmiş. “Deli olmak” işten değil.
Alınteri kirletmez.
Dünyanın bütün “kirli”leri birleşin.
Asıl kir temiz görüntünün altında.
Bu kirin temizlenmesi için okur lazım.
Yok, bu kir seçimle falan da temizlenmez. Yok yok, deli olmak işten değil.

Evin Okçuoğlu