ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
MERHABA KONUK ,
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
31 Ağustos 2011 Çarşamba
ARAP SAÇI
kozasının ipleri ayağına dolanan
acemi ilmekler atıyor savaşa doğru
dama taşı diyorlar ona
cüce sözle miyop bakışla
çat burada çat orda çıkıp ortaya
diken dille çağırıyor
kan gölünden can içmeye
ulus üstü çığırtkan davudi ses
hırıltılarla iniyor kabaran hırsı
kör niyetleri yuvarlanıyor kendi uçurumunda
iş kotarmak oluyor
arabuluculuk oluyor
zorba tehdidinin adı
öte yanda biz varız biz
ülke ülke
kulaktan kulağa yayılıyor sesimiz
emekten yana sesiz
haykırıyor us
uşaklık bu denli kutsanmadı hiç
bu denli hızlı yollanmadı hiçliğe
ülke ülke yayıldıkça sesimiz
Evin Okçuoğlu
27 Ağustos 2011 Cumartesi
MONTAJCI MERT
Bağımsız medya portallarından birinde çalışan Mert montaj yapıyordu. O sabah kameraların kaydettiği olay, maharetli ellerinde bambaşka bir haber oluyor, yeniden şekilleniyordu. Montajcı Mert, Mert Montajcı olarak kendini tanıtabileceği zamanlara içten içe özlem duysa da şimdilik elinden bir şey gelmiyordu. Medya portallarının hangisi bağımsızdı ki sonuçta! "Mert montajcı" olarak çalışacağı bir yer bulması artık çok zordu.
Safiye teyze, o sabah yaşanan olayın tanığıydı. Akşam haberlerde olayın nasıl değişerek yayınlandığını görünce, “Amanııın, ağzı başka oynuyo, sesi başka duyuluyo, bu ne sihirli alet böyle!” demeden kendini alamadı. Koşup yanına gelen torununa:
“Ben oradaydım. Valla da yalan billa da yalan, sırık kadar boyundan posundan utanmıyor da bunca yalanı peş peşe sıralıyor. Herkes de sahiden polisi alkışladık sanacak. Ayol çocukları döve döve öldüreceklerdi, ağızlarını kapata kapata ite kaka soktular otobüse… Buna can mı dayanır! Hepimiz anayız. Bak bak bak… Teröristleri yakalayan polisi alkışladılar diyor.”
“Anneanne sen ne sandııın, onlar dünyada görülmemiş yalanları söyletir, olmamış olayları oldurur, yaşanmamış savaşları yaşatır. Sabahtan akşama bu televizyonun başında ne düşüneceğimizi, izleyip de hangi artisti beğeneceğimizi belirler.”
“Kimmiş bakayım bunlar?”
“Eee, onu sen daha iyi bilirsin. Kendin tanık oldun. Ne diye bağırıyorlardı bu sabah tesadüf ettiğin gençler?”
“Aman be can torunum, bende o kadar akıl mı var! Arada İngilizce diyorlardı. Go golu bi şeyler ama işbirlikçi dediler abede dediler, sahi, emperyalizm ne demek Sinancığım?”
Hayat hızla akıyordu. Montajcı Mert zamanın bu acımasız çarkında, gazeteciliğin onurunu daha fazla ayak altına almadan ya işinden ayrılacaktı, ya da diğer arkadaşları ile birlikte bu yalan medyada daha fazla suça katılmayıp, hep birlikte direnişe geçecekti.
Montajcı Mert, direnişin 4. gününde diğer televizyoncu arkadaşlarıyla birlikte otobüse ite kaka götürülürken çekim yapan bir kameramanla bir an bakıştı.Sessiz bir konuşma içeren göz gözelik anı uzadı da uzadı.
Daha sonraki günlerde Mert’in annesi ile Mert’in o göz göze geldiği kameraman gencin annesi aynı demir kapılarda, aynı duruşmalarda aynı sloganı haykırdılar. Gerçekliğin çarpıtılır yanı da çekim yapacak kamera da kalmamıştı.
Evin Okçuoğlu
Safiye teyze, o sabah yaşanan olayın tanığıydı. Akşam haberlerde olayın nasıl değişerek yayınlandığını görünce, “Amanııın, ağzı başka oynuyo, sesi başka duyuluyo, bu ne sihirli alet böyle!” demeden kendini alamadı. Koşup yanına gelen torununa:
“Ben oradaydım. Valla da yalan billa da yalan, sırık kadar boyundan posundan utanmıyor da bunca yalanı peş peşe sıralıyor. Herkes de sahiden polisi alkışladık sanacak. Ayol çocukları döve döve öldüreceklerdi, ağızlarını kapata kapata ite kaka soktular otobüse… Buna can mı dayanır! Hepimiz anayız. Bak bak bak… Teröristleri yakalayan polisi alkışladılar diyor.”
“Anneanne sen ne sandııın, onlar dünyada görülmemiş yalanları söyletir, olmamış olayları oldurur, yaşanmamış savaşları yaşatır. Sabahtan akşama bu televizyonun başında ne düşüneceğimizi, izleyip de hangi artisti beğeneceğimizi belirler.”
“Kimmiş bakayım bunlar?”
“Eee, onu sen daha iyi bilirsin. Kendin tanık oldun. Ne diye bağırıyorlardı bu sabah tesadüf ettiğin gençler?”
“Aman be can torunum, bende o kadar akıl mı var! Arada İngilizce diyorlardı. Go golu bi şeyler ama işbirlikçi dediler abede dediler, sahi, emperyalizm ne demek Sinancığım?”
Hayat hızla akıyordu. Montajcı Mert zamanın bu acımasız çarkında, gazeteciliğin onurunu daha fazla ayak altına almadan ya işinden ayrılacaktı, ya da diğer arkadaşları ile birlikte bu yalan medyada daha fazla suça katılmayıp, hep birlikte direnişe geçecekti.
Montajcı Mert, direnişin 4. gününde diğer televizyoncu arkadaşlarıyla birlikte otobüse ite kaka götürülürken çekim yapan bir kameramanla bir an bakıştı.Sessiz bir konuşma içeren göz gözelik anı uzadı da uzadı.
Daha sonraki günlerde Mert’in annesi ile Mert’in o göz göze geldiği kameraman gencin annesi aynı demir kapılarda, aynı duruşmalarda aynı sloganı haykırdılar. Gerçekliğin çarpıtılır yanı da çekim yapacak kamera da kalmamıştı.
Evin Okçuoğlu
25 Ağustos 2011 Perşembe
YUDUM
yudum yudum sökülür aşkımız
yaşaran bir gözün suladığı gülücüktür
içinde bir özlem buzu erir kadehlerin
aşk
olduğu gibi durur
Evin Okçuoğlu
yaşaran bir gözün suladığı gülücüktür
içinde bir özlem buzu erir kadehlerin
aşk
olduğu gibi durur
Evin Okçuoğlu
19 Ağustos 2011 Cuma
YARA
gecenin sargısı çözülünce
akşamın soğuğuna sığınmış özlemlerimizdir
güneşin altında ısındıkça
acıtan
yakan
kavuran
15 Ağustos 2011 Pazartesi
UÇURTMA
kuyruklu yıldız değil
sadece gece uçurulan uçurtma bu aşk
ipi dolunaya sarılı
çek çek çek...
Evin Okçuoğlu
sadece gece uçurulan uçurtma bu aşk
ipi dolunaya sarılı
çek çek çek...
Evin Okçuoğlu
11 Ağustos 2011 Perşembe
Fear/Korku
FEAR
they don’t let us sing our folk songs Robeson
My pearly teeth African friend
My eagle winged canary
They do not let us sing our folk songs
they are afraid Robeson
afraid of dawn
of seeing, of hearing, and of touching
of crying as if having shower barebody under the rain
they are afraid of laughing as if biting a tight(hard) quince
they are afraid of loving, like our Ferhad
(you might have a Ferhad Robeson, What’s his name?)
they are afraid of seed and soil
of running water and of remembering
a friendly hand that asks for neither discount, nor commision or credit
has never settled into their palms as if a -free and easy- (hot) bird
they are afraid of hope Robeson, of hope, hope
they are afraid my eagle winged canary
Nazım Hikmet Ran
1948
Çeviri: Evin Okçuoğlu
KORKU
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
inci dişli zenci kardeşim
kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.
Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.
Yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhad'ınız vardır, elbet Robeson, adı ne?)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar,
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar.
Ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten.
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizden korkuyorlar.
Nazım Hikmet Ran
they don’t let us sing our folk songs Robeson
My pearly teeth African friend
My eagle winged canary
They do not let us sing our folk songs
they are afraid Robeson
afraid of dawn
of seeing, of hearing, and of touching
of crying as if having shower barebody under the rain
they are afraid of laughing as if biting a tight(hard) quince
they are afraid of loving, like our Ferhad
(you might have a Ferhad Robeson, What’s his name?)
they are afraid of seed and soil
of running water and of remembering
a friendly hand that asks for neither discount, nor commision or credit
has never settled into their palms as if a -free and easy- (hot) bird
they are afraid of hope Robeson, of hope, hope
they are afraid my eagle winged canary
Nazım Hikmet Ran
1948
Çeviri: Evin Okçuoğlu
KORKU
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robeson
inci dişli zenci kardeşim
kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizi söyletmiyorlar bize.
Korkuyorlar Robeson
şafaktan korkuyorlar,
görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.
Yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten
(Sizin de bir Ferhad'ınız vardır, elbet Robeson, adı ne?)
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar,
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar.
Ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten.
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
türkülerimizden korkuyorlar.
Nazım Hikmet Ran
7 Ağustos 2011 Pazar
YATAĞINDAN DÖNMEYEN
çığlık çığlığa duyuldu
kaygı kaynağından
ölüm getiren ses:
durduramıyoruz bari diyordu
değiştirelim ırmakların yolunu
akışları bulandırıp bozalım
yatağından döndürelim
sosyalizme yönelimi
kana kana dönsün kanla
karınları günübirlik doya doyura
onurdan çala çala
dönsün yatak
kıvrılsın karşı devrim safına
işgalin adı satın alma
santral bahanesi
ağaçlar düşsün bir bir
demir tavında dövülsün
yıllara yayılsın ölüm diyordu
durduramıyoruz bari
değiştirelim ırmakların yolunu
sessiz
çaresiz bir an oldu
birikti su taşasıya
yatağından belli oldu emeğin gücü
kan ter
içinde çizdi yolu
taştı bendinden
taşırdı kendini
çevirdi yatağının yönünü
tarihin gizil gücü
evet mührünü sildi
attı yeter imzasını
darmadağın oluncaya
düşman yatağı
kaynadı
yatağı döndürülemeyen su
kaynadı kazan
kalktı eller
indi eller
düştü
düş çürütenler
aklın yönü
düşlerin yönü
hep aynı umudun rotasında
Evin Okçuoğlu
2 Ağustos 2011 Salı
UMUDUN ROTASI
Sevgili,
Umudun rotasına girmişim, son kez çökmekte olan düzeneğe geriye dönüp bakıyorum. Akıldışı, bilimdışı, insanlık dışı emirler toz duman içinde yığılıyor üst üste. Özlem dindiren düşlerimizin aşındırdığı çimenlerin patikasındayım. Gür akışlı bir düşünce birikiyor çevremde.
Derin soluklarla, sessizce büyüyor tarihin görev düşürdüğü güç. Aynı öyküleri yaşıyoruz ama başka ülkeler giriyor araya, başka sayfalarda çürüyor yaprak. Başka başka dillerde aynı isyan parıltısı çakıyor.
Delişmen bir ıslık tutturmuş, gidiyor aklım başımdan, seninle aynı dilde, aynı öyküde çoğalıyor gülüşlerimiz. Gülüşümüz göz pınarında durgun su oluyor. Gülüşümüz, dudak kıvrımlarımızda yol alıyor.
Yaz ilerliyor sevgili. Nedensiz deniz kabukları biriktiriyorum. Yosunlar takılıyor aklıma. Kumdan kaleleri hınzır düşüncelerle yıkıyorum.
Umudun rotası günden güne netleşerek hep yerinde duruyor.
Aşkım kadar yakındır en güzel gün, diye diye şekilleniyor yol: Artık örtüşmüş büyük düşlerle düşüncelere doğru serpiliyor.
Evin Okçuoğlu
Umudun rotasına girmişim, son kez çökmekte olan düzeneğe geriye dönüp bakıyorum. Akıldışı, bilimdışı, insanlık dışı emirler toz duman içinde yığılıyor üst üste. Özlem dindiren düşlerimizin aşındırdığı çimenlerin patikasındayım. Gür akışlı bir düşünce birikiyor çevremde.
Derin soluklarla, sessizce büyüyor tarihin görev düşürdüğü güç. Aynı öyküleri yaşıyoruz ama başka ülkeler giriyor araya, başka sayfalarda çürüyor yaprak. Başka başka dillerde aynı isyan parıltısı çakıyor.
Delişmen bir ıslık tutturmuş, gidiyor aklım başımdan, seninle aynı dilde, aynı öyküde çoğalıyor gülüşlerimiz. Gülüşümüz göz pınarında durgun su oluyor. Gülüşümüz, dudak kıvrımlarımızda yol alıyor.
Yaz ilerliyor sevgili. Nedensiz deniz kabukları biriktiriyorum. Yosunlar takılıyor aklıma. Kumdan kaleleri hınzır düşüncelerle yıkıyorum.
Umudun rotası günden güne netleşerek hep yerinde duruyor.
Aşkım kadar yakındır en güzel gün, diye diye şekilleniyor yol: Artık örtüşmüş büyük düşlerle düşüncelere doğru serpiliyor.
Evin Okçuoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)