salkım saçak çaput bağlanmış seçim ağacına
yeni yetme partiler
oluşumlar
hareketler türetilmiş
ilk kıpırtı verilmiş
her biri bir tutam umut çaputu
maksat umut bağlanan tek ve büyük bir güç olmasın
kendimiz olmayalım
emek gücümüz olmasın
üretim gücünün farkına varmayalım
salkım saçak bir ağaç
haziran ve seçimler
iki zıt kelime
haziran başkaldırı
seçim ise boyun eğiştir bu düzene
seçenekler çoğalır eğilir bükülür ama fark etmez
umut, yeryüzünde tekleşmekte
gittikçe daha çok bilinç ışıması
farkına varış gittikçe
en elzem birikiş devleşmede
sınıf bilinçli güç ve öfke
Evin Okçuoğlu
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
MERHABA KONUK ,
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.
ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER
26 Aralık 2014 Cuma
24 Aralık 2014 Çarşamba
OVERLOKÇU ARANIYOR
OVERLOKÇU ARANIYOR*
İş başvurusundan yine eli boş döndüm. Benim gibi binlerce
üniversite mezunu var. Annem :
“Üzülme İnci, gazetelerin iş ilanları kısmına yarın tekrar
bakarız,” dedi.
Yorgun bir umutsuzlukla asılmıştı yüzüm.
“Overlokçu olsam hemen iş bulurdum anne,” dedim.
Bunu söylememin nedeni, eve gelirken geçtiğim dar sokaktaki,
cama ya da direklere iliştirilmiş ilanlardı. Beyaz boyalı pencereye
yapıştırılmış ilanda “Overlokçu aranıyor” yazıyordu. İki adım ileride yine aynı
ilandan, bu kez direğe yapıştırılmıştı. Ne çok gerek duyuluyor overlokçuya!
Anlamı, kumaşların kenarlarını makinede kıvırma işi sanırım.. yine de bir sözlüğe bakmalı. İngilizce
mi Türkçe mi sözlüğe baksam acaba!
Kumaş kırpıntısı dolu çöp yığınlarının bol olduğu bu
sokaktan geçerken yine düşünmeye başladım. Koca kız oldum, eve ekmek getiren
biri olamadım hâlâ. Bir işim olmasını çok istiyorum. Ne olursa olsun bir işim
olmalı.
Ben düşüncelere dalmışken birden içeriden makine sesleri
gelen atölyenin kapısı açıldı. Birkaç genç kız belirdi. Yüzleri solgun,
bedenleri yorgun göründü bana. Ama gençlik işte, kendi aralarında gülüşüp, tost
almak için büfeye doğru yöneldiler. Öğle tatiliydi. Tamir atölyesindeki
delikanlılar işlerine ara verip kızlara laf attılar. Kızlar aralarında
kıkırdaştı, aldırmaz gibi yapıp geçtiler. Kızlardan birine arkadaşı seslendi:
“Zeynep, hadi oyalanma gir içeri, yine laf işitmeyelim.”
Sonra tekrar
tezgahların başına döndüler. Sokak tenhalaştı. Sadece içerideki makine
gürültüsü duyuluyordu.
Zeynep’in bir işi var. Ben ise iş arayan bir üniversite
mezunu. Oysa okul yıllarımda ne düşler kurmuştum. Bilgimi ve birikimimi
kullanarak çok iyi yerlere
gelecektim. Üniversite okumuş bir
overlokçu tabii ki görülmüş şey değil. Acı bir gülüş kondu dudaklarıma. Zeynep
de bir okul bitirse de buralardan kurtulsa diye hayaller kuruyor mudur acaba?
Annem:
“İnci, haydi kalk kızım geç oldu,” dedi.
Yataktan fırladım. Kapıdaki gazeteyi aldım. Uyanır uyanmaz
ilk işim bu. İş arayanlar sayfasını açtım. İnsan kaynakları elemanı arayanları
işaretledim. Telefonun başına geçtim. İş görüşme randevuları almaya başladım.
Yeni bir gün, yeni umutlarla başladı. Zeynep gibi ben de çalışan biri olacağım.
Artık sabrım kalmadı. Bu kez ne ücret verirlerse razı olmalı.
* * *
Zeynep dört kardeşin en büyüğü. Kara gözleri, kıvrık kirpikleriyle bakıyor
etrafa. Sabah erkenden yollara düşüyor. Aralıksız çalışıyor. Ücret az tabii.
Çalışıp hak ettiği ücreti zamanında alabilse ona da razı olacak ama, üç aylık
ücreti içerde tutuluyor. Üstelik, kumaşların havada uçuşan pamukçuklarını
soluyor gün boyu. Ciğerleri şimdiden pamuktan bir halı kaplı sanki. Daha işe
başlayalı bir yıl olmadı. Şimdiden daha iyi bir
işe geçmeyi düşünür oldu. Zaten bu işte uzun süre çalışana pek
rastlanmamış. Sık sık işten ayrılan olduğu için, patronlar, pencereye yapıştırılmış ilanı hiç
indirmiyorlar. Her zaman “Overlokçu aranıyor.” Zeynep gitse yerine bir yenisi
hemen gelir, ama kaç ay dayanır bu işe! Patronlar için bunun hiç önemi yok.
Bütün dertleri, işlerin aksamadan yürümesi...
Zeynep’in evin geçimine katkısı olmalı. İyi de, bir de
düşleri var Zeynep’in. Belki bir delikanlı gelecek bir gün. Annesi çoktan çeyiz
hazırlamaya başlamış. Kız beşikte, çeyiz sandıkta derler ya! Zeynep’in düşleri
bitmiyor. Daha iyi iş, daha çok ücret, hem de zamanında ödenen ücret ve kapıyı çalan görücüler...
Sabrı taşıyor bir gün. Alamadığı ücretleri bile gözü
görmüyor. Patronun canına minnet. Bedavadan çalıştırdığı onca ayı kâr bilecek
tabii. Üstelik bunu hep yapıyor patronlar.
Zeynep uysal ve uyumlu biri aslında. Bunca zaman da o
nedenle dayandı bu kötü koşullara. Ama artık onun da, geçmişte diğer kızlara
olduğu gibi, canına tak etti. O
kızgınlıkla kararını verdi Zeynep...
“İşsiz dururum da burada bir gün daha çalışmam,” diye
açıkladı ev halkına kararını.
Geleceğiyle ilgili düşlerini yok eden bu çarkın dışına
çıkarken, içinde yeniden umut filizleniyordu. Artık onun için makine sesleri
yoktu. Havada kumaş pamukçukları uçuşan atölyeden ayrılırken, “overlokçu
aranıyor,” yazısı ilişti gözüne. Kapıdan içeri acemi adımlarla giren kızı fark
etti. Bu acımasız çarkın dişlilerine takılan bir genç kız daha! Zeynep’in
gözlerinde buruk bir kıvılcım parladı. Artık... ne olursa olsun bir iş olsun
demeyecekti.
Evin Okçuoğlu
*ÇOCUK EMEĞİ ÖYKÜLERİ adlı kitabımdan
UZUN ZAMAN OLDU
UZUN ZAMAN OLDU
kaç kez okudum aynı sayfayı
her yeni yıl bir yaprak çevirimi
upuzun bir döngü geçti
şöyle gürül gürül sevinmeyeli
ülkem dünya kıpırdadıkça kanadı
saflarımız gevşek bir örgü
uzun zaman oldu senden haber almadım
acı küplerim ölüm haberleriyle doldu
en çok sevinmeyi özlüyorum
bir de seni
Evin Okçuoğlu
4 Aralık 2014 Perşembe
KARA EL
KARA EL
kara bulut bir eldi
uzandı durdu üstümüze
grevde direnişte
çadır çadır emeğe
dolaştı Tekel’de
Silivri’den, Hasdal’dan, Hopa’dan
Madımak’tan Kadıköy’e
şike düştü yerlere
o el
o kara el
Ortadoğu’da
Davud’un oğlu
dokundu
onurla yaşama hakkına
bilime
bugüne ve geleceğe
kan gölünden şerbet içmeye
az buz değil
daha derin
daha kalıcı iz
daha acılı iz
daha suskun
daha ölümlü
parça parça
liğme liğme
çöp kokulu sayfalar boyunca
insanlık
katran karası körlükle
akıl tutulması boyunca
isli baca içinden
geçirdi tarihi
son perdede
tarihin namuslu eli silkelenip de şimdi
başa geldiğinde akıl bilim yordamıyla
yazılmayı bekliyor en uzun sayfa
Evin Okçuoğlu
18 Kasım 2014 Salı
“do demekle do olmaz”
Lise yıllarında dediğim şuydu: “Gürültülü şiirler yazmak
istiyorum, gümbür gümbür şiirler!”
Daha sonraki yıllarda şöyle yazdığımı anımsıyorum: “Her
ozanın bir şiiri var. Ozan, kundaktan gömüte, bu şiiri dışlaştırmaya çalışır.
Kendini yenileme, yenilik çabaları ayağından bağlı kuşun durup durup değişik
yönlere uçma çabasına benzer, her uçma girişiminden sonra, kalktığı yere düşer
kuş. Yaşamlarını ve yapıtlarını iyi bildiğimiz ozanlara şöyle bir bakalım;
yanlış mı dediklerim?”
Durmadan çekiç salladığımız kayadan söz etmiştim. O kaya,
bir bakıma da kendi şiirimizdir, yalnızca şiir değil. Biz o kendi şiirimizden
kopartabildiğimiz parçaları şiir adıyla süreriz günışığına. Süreriz ama, hemen
de şiir olarak alınıp kabul edilir mi bunlar? Diyor ki C. Caudwell: “Estetik
olmayan etkiler bireyseldir, ortak değil. Ve toplumsal yaşantılara değil, özel
yaşantılara bağlıdır. Bilim nasıl çevre kutbuna yakınsa şiir de içgüdüsel kutba
yakındır şiir, dibe çökmüş toplumsal tarihtir, insanın doğasıyla mücadelesinin
coşkusal alınteridir.”
Yıllar sonra bu sözlerle karşılaşmak irkiltti beni.
Bilinçsiz ve bilinçli, kırk yılımı vermiştim şiire; nereden nereye gelmiştim ve
yaptığım neydi. Gerçekleştirebildiğim neydi? Eskilerin deyimiyle, han hamam,
para, pul, eğlence, dinlenme, hepsini hepsini elimin tersiyle ittim ve şiir
denilen tanımsızın ardına düştüm. Mani ve türkülerle başlayan şiir işçiliğim
heceden aruzdan özgür koşuktan geçerek geldi buralara. Geldi ama, hepsinden de
yükler aldı, tatlar, işçilikler aldı. Tanımı yok şiirin, tanımları var, diyorum
bugün. Hava yel ilişkisi neyse, dil –şiir ilişkisi de odur. Öbür söz
sanatlarına yük dışarıdan vurulur; oysa şiir, yükünü kendisi yaratır. Bir
görüş, bir düşün, bir anlam, öbür söz sanatlarının dışında da vardır; ama, şiir
yoksa bir görüş, bir düşün, bir anlam da yoktur!
Hiçbir arayışı horlamadım. Saygı duydum bütün çabalara.
Benim düşmanlığım, yoksamacı(nihilist) tavırlara karşı oldu. Kendine yer
açabilmek için, çirkin biçimde yoksamacı sesler çıkartanların suratlarına
tükürdüm yalnızca. Hiçbir ekolden, hiçbir kümeden olmadım. Nurullah Ataç da
içinde, hiç kimsenin emeği yoktur şiirimin oralardan buralara gelişinde. 1959’a
değin karanlıkta çalıştım, çıraklığımın nasıl geçtiğini ancak ben bilirim. Kaba
çizgileriyle anlatmaya çalıştığım yaşamımın, çevremin içinden süzülüp geldi
şiirim. Toplumsal dengesizliği iliklerime kadar yaşadım. Öfkemi biledi bu. Şiirde
lirizmden baştan beri hiç kopmadım. Bunu zaman zaman alay ve yergiyle besledim.
Kuruluktan, akıl hocalığından, mantık oyunlarından bilmeceli bulmacalı sözlerden uzak durdum.
…..devrimci şiir yazıyoruz diye öyküye, belgiye, akıl
hocalığına yaslananlara hep bunu demek istemişimdir. “do demekle do olmaz”
devrimci şiir, on dizede kırk devrim sözcüğü kullanılarak yazılmaz! Biz o
gümüşlü izini anlatalım, “salyangoz” demek istediğimizi başkası bulup
çıkartsın.”
HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
6 Kasım 2014 Perşembe
Ne Çok İntihar
Ne Çok İntihar
kırık dökük sonbahar
rüzgâr hallaç olmuş
dökülen yaprakları hırpalar
dallarda ağıt ağırlığı
sarkar anlam zamandan
ağaç ağaç yaprak yaprak intihar
çıkışsa;
dünyadan değil
vahşet kırmızısından
caymak değil insanlıktan
kesmek değil umudu
boşluğa atlamak değil çare
şimdi çöpe giden duygular
iç dökümleri
rahimden bebek kusmalar
duymak istemez
görmek istemez olur insan
ne çok can ne çok kan ne çok intihar
yine de
umut yalın bir kırıntıdır takılır göze
daldaki yeşille pembeye
bir durgun andır
başını yaslarken birine güvenle
yürek dolusu gülüş uğrunadır
tüm çabalar
ille de ölmek değil intihar
Evin Okçuoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)