ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

18 Ocak 2019 Cuma

KASKET


Kasket

“İskuhi geri dön dere kırmızı akıyor.”
Bu dere Yozgat’ın Boğazlıyan’ındaki deredir. Yıl 1915.
İskuhi’nin kocası Garbis’i almışlar. Sabahtan beri ses seda çıkmayınca İskuhi de eşini aramak için yola düşmüş. Karşıdan telaşlı adımlarla gelen kadınlar “İskuhi geri dön dere kırmızı akıyor,” diyerek onu geri döndürmüş.
Gel zaman git zaman İskuhi’nin oğlu Kerop dokuz on yaşlarında Samatya’ya gelmiş. İnşaat işlerinde çalışarak hayatını kurmuş. Kerop’un oğlu Sahak’a inşaat işleri ağır gelmiş olacak ki o da Püzant adlı kasket ustasının yanında çalışmaya başlamış. Askerliğe kadarki süreçte bu zanaatı öğrenmiş. Askerlik sonrası Püzant’ın desteğiyle kendi atölyesini açmış. Onno da babası Sahak’ın yanında başlamış çalışmaya. O gün bu gündür aradan geçen yıllarda baba mesleği sürüp gidiyor. Yılların atölyesi, Eminönü’ndeki handa, sekiz köşeli kasketten erkek şapkasına evrilerek yaşıyor.
Onno bir yandan kameramanların “Kasket Atölyesi- Geçmişten Günümüze Zanaatlar” belgesel çekimi için atölyesinin girdisini çıktısını, işleyişini anlatıyor, arada aile hikâyesini ekliyor. Söyleşi uzayıp gidiyor.
Eminönü semti kalabalık dar sokakları ve yüksek kemerli kapılardan avlulara girilen büyük hanları ile ünlü… On sekizinci yüzyıldan kalma üç katlı Büyük Yeni Han’ın hemen yakınında Sümbüllü Han ve Büyük Valide Han var.  
Atölyenin bulunduğu handa kasket atölyesi dışında bakır ve gümüş işleme atölyeleri de var. Bakır dövenlerin tokmak seslerine zamanla kulaklar alışıyor. Gümüş gondollar aynalar da burada işleniyor. Bakıra gümüşe vurulan çekiç sesleri birbirine karışıyor. Sipariş arttıkça tokmak sesleri hızlanıyor.
Yüksek taş merdivenleri çıkıyorum. Burada zift sürülmüş metale çekiçleme yaparak şekil veren usta Tomas ile tanışıyorum. Yanında çok kısa bir süre kalıyorum. Onun paylaşacağı söyleyeceği ne çok bilgi, birikim var ama o sadece metal kabartma olarak yaptığı Hazreti Ali tablosunu işaret ediyor. Sessiz bir övünme geçiyor gözünün ferinden. Ellerinde sabır ve el uzundan bir ağırlık var. Her göz odada bir usta, sanki canlandırmalı bir müzede görebileceğimiz mumyadan insan maketleri gibi çıkıyorlar karşıma.  Çevremde yılların izini hissediyorum. Basıla basıla aşınmış taş basamaklardan inerken daha da eski zamanlara gidiyor, yüzyılları duyumsuyorum. Birden han o zamanlara doğru canlanıyor. Aşağıdaki avluda atlarını dinlenmeye bırakıp yukarıdaki odalarda konaklayan adamların karaltısı geziniyor çevremde… Mum ışığını, gaz lambasını söndürüp solgun uykulara dalıyorlar. Sonra taş duvarlardan fışkıran bitkilerle yeni bir biçim almış dış duvarları görüyorum Sıvası dökülmüş iç kubbeler ve boyana boyana kalınlaşmış tarihi demir kapılara bakıyorum. Ve sonunda üst katlardaki bölmelerin tavan pencerelerinden gelen gün ışığı handaki gerçekliğe döndürüyor beni.
İsmail ustanın diğer handaki atölyesine girdiğimde sanki bir film çekimi için orada bekliyorlarmış duygusuna kapılıyorum. Oysa seksen yaşında işinin başında olan usta, sekiz köşeli kasket yapımını da, kendi iş yerini de canlı tutmak adına orada direniyor. Kullana kullana metali parlamış olan eski dikiş makinesine takılıyor gözüm… Hemen izin alıp makinenin başına geçiyorum. Dikiş makinesine dokununca sanki sihir başlıyor. Bir kenarda ikili olarak iç içe istiflenmiş sekiz köşelilerden birini başıma takıveriyorum. Saman sarısı tarlalarda bir ırgat, köy kahvesinde bir masaya bırakılıp yavaşça alnının terini silen bir köylü belirip kayboluyor. Sessiz ve vakur bir yoğunluk sarıyor çevremi. Yüzyıllardır sınanarak edinilmiş bilgeliğin başında taç oluyor kasket…  Bana Cumhuriyetin ilk yıllarını anımsatıyor. Zamanda gidip gelmelerden düşlerim yorgun düşüyor.
Ne var bunda, eninde sonunda bir şapka deyip geçer insan. Ama bir şapka dikimi için 33 işlem gerektiğini öğrenmek bana çok şaşırtıcı geliyor. Onno için sıradan olan bilgileri dinliyorum. Gedikpaşalı Ohannes bir yandan kesim makinesini çalıştırıyor ve kesime başlıyor bir yandan anlatıyor. Altı çeşit kalıpla kumaş kesiliyor. Siper dikilmesi, şapka çatısı dikilmesi, düğmesi, çıtçıtı derken birçok el değişe değişe ütü ve paketleme aşamasına varılıyor.

Dünya öyle bir gidişte ki dalga dalga vuruyor krizler. Bu krizler yoksulu daha yoksul edip varsılın varını koruyor. El sanatları, zanaatları ve diğer emek verilen her iş giderek belgesel olarak anımsanır oluyor.
Anadolu esnafı mal almaya sabah erken iniyor Sirkeci’ye diye, Onno’nun babası hep yedide atölyeyi açarmış. O da babadan gördüğü gibi sabah yedide açıyor iş yerini. Babadan gördüğü gibi disiplinli, babadan gördüğü gibi borcuna, sözüne sadık…
Handa bir haftadır tokmak çekiç sesi duyulmaz olmuş. Kameralar, çekimler, söyleşiler bitmiş.
Gelecek kaygısı insanları çıkarcı ve sevgisiz yapmış. O yüzden sevgi dolu yüreklerde arz var talep yok. Ama yine de Onno’nun yüreği sevgi jeneratörü gibi çalışıyor.
İnsanları ve insan emeğini sevgi jeneratörlerimizle ayrıştırmadan seviyoruz. Yüzyılların acılarını, emek ezimlerini sevgi gözelerimizle yıkıyoruz. Bir yanda yürek kirleten nefret varsa, bir yanda da biz yürek arıtanız.
Dünya paylaşım savaşları hiç, sizi yağmalayacağız diye çıkmamış. Birbirine düşürme yönteminin panzehiri birbirine düşmemekten geçiyor. Bu da sevgiyi üretmekle olacak.
Elimizde Anadolu’dan Hrantların, Onnoların yüreği, Denizlerin umudu ve inancı, Pakistan’dan Iqbal Masihlerin boyun eğmeyişi ile ağıtlara yer olmayan bir dünya için geleceğe bilinç pırıltımızla yürüyeceğiz.