DEMİR TOZLARI
“Herkes elini vicdanına koysun. Çocuğumun gözünü çıkarttılar.
Plastik mermiyi atan polis çıksın ortaya. Gereken yapılsın.”
Annem televizyonda bu sözleri söyleyeli yıllar oldu. O zaman
daha iki ameliyat olmuştum ve bir diğer ameliyat da gündemde idi.
Eğer o anda o kanalı izlemediyseniz körlüğümden haberiniz
olmadı.
Adımın Barış olduğundan, yaşımın da 16 olduğundan
habersizsiniz.
Bunları neden anlatıyorum? Bana acıyın diye değil, annemin
acısını paylaşın diye de değil…
Eğer gazete okumuyorsanız, eğer okuduğunuz gazete plastik
mermilere, mermilerin hedeflerine yer vermiyorsa bana isabet eden ve gözümü
çıkaran mermiyi de bilemeyeceksiniz.
Aradan yıllar geçti. Her bir mayıs anması gözümün birini
yitirişimin yıldönümü oldu.
O yıllarda gaz fişeklerinin kapsülleri başına saplandığı için
ölen, gazdan kriz geçirip ölen genç insanlar da oldu. Hepimiz ortak paydamız
olan diktatörce tutuma ve sömürgen düzene karşıyız diye sokaklardaydık.
Siz yoktunuz. Ama biz sizin için de oradaydık.
***
Yazının buradan sonrasını bulamıyordu. Kâğıtları toparladı. Dedesi
kurtuluştan önce başlayan o direnme kıvılcımlarında gözünü kaybetmişti. Süreç
direnmeyi savunmayı aşmış ve mücadeleyi kızıştırmıştı. Emekçilerin de katılımı
ile zafere ulaşan mücadele şimdi geriye baktığında Duycan’a çok incelenesi
geliyordu.
“Ne kadar gelişi güzel ve kendiliğinden başlamış başkaldırı…”
diye mırıldandı.
Dedesi elinden kalemi ve düşüncelerinden güzel günler
inancını hiç bırakmamış, sanki Duycan’ın annesine de genleri ile bu düşünceleri
aktarmıştı.
***
Dedemin ömrü ve annemin gençlik dönemi savaşla sonra da
yepyeni bir düzenin kuruluşu ile geçmiş ve ben şimdi onların kurup geliştirdiği
bu özgür ve eşitlikçi dünyanın havasını soluyorum. Kuraklık yıllarını kuzeye
yerleşerek aşmaya çalışmışlar, bireysel yaşantılarını sürdürmek için çok şeyden
vazgeçmişler. Bazı şeyleri de hayat zaten ellerinden almış. Sonra onca duyarsız
insan dedikleri kalabalıklar bir anda cıva taneleri gibi birleşmiş, hepsi sanki
mıknatısa yakalanmış demir tozları gibi mücadeleye çekilmiş. Sonra yetmemiş,
komşu ülkelerin de cıvaları, demir tozları aynı kaçınılmaz mıknatısla
mücadeleyi yükseltmişler. Artık onlar komşu ülke değil. Hepimiz aynı sınırların
içinde insanlık ailesiyiz.
Dedemin yazmaya başladığı kâğıtlara bunları da ekleyip
tamamlasam, kaybettiği gözün bu günlere kavuşmamız için başlayan topyekûn
mücadelenin bir parçası olduğunu eklesem…
Tarih sayfaları kolay yazılmıyor. İlerde bilim akademileri
için kaynak oluşturacak diye o kâğıtları gözü gibi saklayan anneme o sayfaları
şimdi devrim tarihi müzesine teslim etmek üzere olduğumu söyleyebilmek
isterdim.
O kuruluşun öngününde beni doğurdu ve mücadelenin zaferle
sonuçlandığını görüp yaşamını yitirdi. Babam, şimdi Fabrikanın maden inceleme
araştırma bölümünde çalışıyor. Yer altı örgütünden yer altı araştırmacılığına…
Ben de Fabrikanın gençlik kümesindeyim.
***
O yıllarda gözünü yitirmiş aile büyüklerine sahip olmanın
onurunu madalya gibi taşıyor Duycan. Ya onca acı boşa gitseydi diye geçirmiyor
aklından. Devrimin kaçınılmaz olduğunu şimdi herkes biliyor.
Duycan’ın gülümsemesi dedesinden kalma… Yüzünde hep dengeli
bir duruş var. Bir yanı sevinçle azimle yeniyi koruyup geliştiren, diğer yanı
eskinin acılarına duyarlı…
Evin Okçuoğlu