ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

17 Mayıs 2015 Pazar

Öykünün Öyküsü

Öykünün Öyküsü

Evin Okçuoğlu

“Hasıra bakıp mısırı görenlerdeniz” demek külhanbeyi ağzı ile dersek adamın ciğerini okurum demektir. Yere serili hasırın mısır saplarından yapıldığı bilgisi ile donanmışlık yani teorik donanım ile gözlem bir olmuştur. Bu kişiye bir tür bilgelik aşaması kazandırmış olduğundan hafif bir böbürlenme de sezilmektedir. Şimdi öyküde bütün iş bu sözü kime söyleteceğimize gelmiş bulunuyor. Aslında anlatmak istenen başka idi. Gelecekte ya da başka dillerde öykümüz okunduğunda, insanlar anlamakta zorluk çekmesinler, yani öykümüzde geçecek olan şu sözcüğü tanısınlar diye metrobüs de nedir onu anlatarak girmeli öykümüze diye düşünmüştüm. Tabii ki metro nedir anlamak kolay büs ise İngilizcedeki bus yani otobüs sözünü çağrıştırıyor. Ama ikisi birden aynı sözcükte buluşunca ortaya ne çıkıyor, kanımca bunu kavramak gerekiyor. Bunu kavrarken de, ülkenin ulaşım politikasızlığı ile çok yakından ilgili olduğundan metrobüse bakıp ulaşım politikasızlığımızı görenlerden oluveriyorsunuz.
İşin en zor kısmı kurgudur; madem bu öyküde metrobüs geçecek o halde işe giden bir kadın, hayır bir iş kadını demeliyiz, çünkü iş kadını başkadır, işe giden kadın başka anlam verir. Bize iyi giyimli hatta daha da ilerisi şık giyimli, bakımlı, üstü başı temiz pak bir iş kadını gerekiyor. Yüzünde sağlıklı ve yorgun olmayan parıltılı bir ifade vardır. İsim seçerken de tabii ki titiz olacağız. Adı “Aslı” olsun.
Sakın mantık hatası yapmayalım. Böyle bir kadının metrobüste ne işi var, kendi arabası olur düşüncesini ortadan kaldırmak için kurgumuz devreye girmelidir. Görüyorsunuz ya kurgu öyle yazarın keyfine kalmış bir şey değil, hep ihtiyaçtan yürüyor.
Şehir otoyollarında inanılmaz tıkanmalar olması nedeni ile ne yazık ki artık iş kadınları ve işe giden kadınlar aynı araca binmek, zaman kazanmak zorundalar. Belki özel şirket servisleri akla gelebilir hemen kurguya ek yapmalıyız ve o gün Aslı işe değil başka bir yere gidiyor. Belki de avukattır ve adliye sarayına gidiyordur. Bir kere bir mantık kurunca ihtiyaçtan doğmaktadır kurgumuz… Bu saray sözüne takılmadan devam ediyor öykümüz. Son duruma göre Aslı, büyük bir avukatlık şirketinin başarılı bir avukatıdır. Tıpkı filmlerdeki gibi… Aslı zaman kazanmak zorunda çünkü duruşması var o nedenle toplu taşıma denen araçları kullanıyor bu sabah… Belki de, şu anda az gelişmiş ülkelerdeki plansız özel oto salgılama sonucu artan ve hatta sanki sonsuza dek tıkalı duran trafiğin neden olduğu çaresizlik, icadın anası olmuş ve metrobüs yaratılmış diye düşünüyordur. Aslı bilgece bir görüşe sahip, yani mısırı görenlerden. Ama hayır bilgenin de bilgesi var. Yazar olarak devreye girmeliyim. Bu trafik sorunu, plansız özel oto salgılama yüzünden değil sadece, bunu fazla uzatmayalım. Acaba bir hata mı yaptık? Orta gelir düzeyi üstünde bir kadın, arabası olan bir kadın neden araba üretiminin şişirildiğini gerekçe görsün ki? Belki de sonradan zenginleşmemiş, aileden gelme bir hali vakti yerindelik söz konusudur. Ve her aile ferdine bir araba şımarıklığını kastediyordur. İşte tam bu sırada metrobüs peronundaki reklam panosunda açken nasıl canavara dönüşüyoruz değil mi anlamında bir abur cubur reklamına gözü takılıyor. Öyküde hiçbir şey tesadüf değil. Açgözlü olan sonradan zenginlerin konu edildiği sırada onlara bir gönderme olabilir. Akıllı insanların öyle beyinlerinde fazladan çalışan milyon tane hücre yokmuş. Onlar olaylar arasında bağ kurma yetileri nedeni ile akıllıymış. İşte akıllı okura burada büyük bir paye vermiş olarak devam ediyoruz. Başka ipuçlarını bulup çözme azmini kutlamalıyız.
Öykümüz materyalist bakış açısı ile kurgulanmış gerçekçi bir öykü olduğundan buna ek olarak insanlara söyleyecek bir iletisi olduğundan çarpıcı bir bitişle bitmeli… Kısa öyküler çarpıcılıkta aforizmaya yaklaşıyor… Çelişki olmalı öyküde. Kişiliklerdeki çelişkinin sosyolojik açılımı hissettirilmeli. Öykü öyle basit bir anlık görüntüden oluşmaktadır. Öyle atla deve değil, görünürde bir kadın metrobüse biniyor. İşte buradan bile sıkıp öykü çıkarıyoruz.
İşe gidiş saati yoğunluğunda metrobüslerde bekleşen insan tipleri çok karmaşıktır. İşçisi, memuru, az gelirlisi, çok gelirlisi, öğretmeni, polisi, iş bitiricisi, şehirlisi köylüsü her kesimden insan peronda yığılmış bekliyor. Önlerine kapı geleceği varsayımı olan noktalarda yığılma daha fazla. Rahatına düşkün olanlar birazdan gelecek olan metrobüsü beklerim hiç olmazsa otururum diye düşünüyor. Yaşlı ve yolu uzun olanların beklemeyi tercih ettiği bir gerçek… Her şey bir anda değişiyor. Sakin ama tetikte olan yolcular otomatik kapının açılması ile canavarlaşıyor. Çarpa ite kendilerini metrobüse atıyorlar ve hızlı bir göz gezdirme ile en yakın boş yeri saptayıp derhal tereddütsüz oturuveriyorlar.
İyi giyimli şık bir iş kadını olan Aslı metrobüse binerken canavarlaşarak kalabalığı yardı. Oturacak yer bulma derdiyle kendi olmaktan çıktı. Nezaketmiş, başkalarının haklarına saygıymış, silindi gitti. Aslında Aslı hiç de öyle biri değildi.
Olaylar düzleminden yani somuttan soyuta yükselmek, bu durumun felsefesini yapmak, okura bırakılmalıdır diyoruz. Yazar her şeyi anlatırsa olmaz. Öykü bitince okurun kafasında bir yer edebilmesi için muhakeme gerekir. Okura da iş düşmelidir. Bize hasıra bakıp mısırı gören okurlar gerekiyor.
Birinci okur bir eğitimci: perondakilerin eğitim ile düzelebileceğini düşünüyor.
İkinci okur bir elitist: Dağdan gelenlerle doldu şehir bunca kalabalık ve görgüsüzlük inanılmaz diyen tiksinçli bakışlar savuruyor etrafa...
Üçüncü okur bir mühendis: alt yapı planlanmazsa günübirlik çarelerle geçiştirilirse işte olacağı budur diyor.
Dördüncü okur bir düşünür: İşte örnek, davranışlarımızı belirleyen şey somut, sosyal, sınıfsal, çevresel etkenlerdir diyor.
Beşinci okur: Böyle de kısacık öykü mü olur ne demek istedi şimdi bu diyerek dudak büküyor.
Altıncı okur didaktikliğe, kendini çok kaptırmış, her şeyden hayatta karşılığı olmayan dersler çıkarıyor: Demek ki o saatlerde metrobüse binmemeli, demek ki nezaketi elden bırakmamalı, demek ki kılığına kıyafetine bakmayacaksın; kadın aile terbiyesi almamış.