Öykünün Öyküsü
Evin Okçuoğlu
“Hasıra bakıp mısırı görenlerdeniz” demek külhanbeyi ağzı ile
dersek adamın ciğerini okurum demektir. Yere serili hasırın mısır saplarından
yapıldığı bilgisi ile donanmışlık yani teorik donanım ile gözlem bir olmuştur.
Bu kişiye bir tür bilgelik aşaması kazandırmış olduğundan hafif bir böbürlenme
de sezilmektedir. Şimdi öyküde bütün iş bu sözü kime söyleteceğimize gelmiş bulunuyor.
Aslında anlatmak istenen başka idi. Gelecekte ya da başka dillerde öykümüz
okunduğunda, insanlar anlamakta zorluk çekmesinler, yani öykümüzde geçecek olan
şu sözcüğü tanısınlar diye metrobüs de nedir onu anlatarak girmeli öykümüze
diye düşünmüştüm. Tabii ki metro nedir anlamak kolay büs ise İngilizcedeki bus
yani otobüs sözünü çağrıştırıyor. Ama ikisi birden aynı sözcükte buluşunca
ortaya ne çıkıyor, kanımca bunu kavramak gerekiyor. Bunu kavrarken de, ülkenin
ulaşım politikasızlığı ile çok yakından ilgili olduğundan metrobüse bakıp ulaşım
politikasızlığımızı görenlerden oluveriyorsunuz.
İşin en zor kısmı kurgudur; madem bu öyküde metrobüs geçecek
o halde işe giden bir kadın, hayır bir iş kadını demeliyiz, çünkü iş kadını
başkadır, işe giden kadın başka anlam verir. Bize iyi giyimli hatta daha da
ilerisi şık giyimli, bakımlı, üstü başı temiz pak bir iş kadını gerekiyor.
Yüzünde sağlıklı ve yorgun olmayan parıltılı bir ifade vardır. İsim seçerken de
tabii ki titiz olacağız. Adı “Aslı” olsun.
Sakın mantık hatası yapmayalım. Böyle bir kadının metrobüste
ne işi var, kendi arabası olur düşüncesini ortadan kaldırmak için kurgumuz
devreye girmelidir. Görüyorsunuz ya kurgu öyle yazarın keyfine kalmış bir şey
değil, hep ihtiyaçtan yürüyor.
Şehir otoyollarında inanılmaz tıkanmalar olması nedeni ile ne
yazık ki artık iş kadınları ve işe giden kadınlar aynı araca binmek, zaman
kazanmak zorundalar. Belki özel şirket servisleri akla gelebilir hemen kurguya
ek yapmalıyız ve o gün Aslı işe değil başka bir yere gidiyor. Belki de
avukattır ve adliye sarayına gidiyordur. Bir kere bir mantık kurunca ihtiyaçtan
doğmaktadır kurgumuz… Bu saray sözüne takılmadan devam ediyor öykümüz. Son
duruma göre Aslı, büyük bir avukatlık şirketinin başarılı bir avukatıdır. Tıpkı
filmlerdeki gibi… Aslı zaman kazanmak zorunda çünkü duruşması var o nedenle
toplu taşıma denen araçları kullanıyor bu sabah… Belki de, şu anda az gelişmiş
ülkelerdeki plansız özel oto salgılama sonucu artan ve hatta sanki sonsuza dek
tıkalı duran trafiğin neden olduğu çaresizlik, icadın anası olmuş ve metrobüs
yaratılmış diye düşünüyordur. Aslı bilgece bir görüşe sahip, yani mısırı
görenlerden. Ama hayır bilgenin de bilgesi var. Yazar olarak devreye
girmeliyim. Bu trafik sorunu, plansız özel oto salgılama yüzünden değil sadece,
bunu fazla uzatmayalım. Acaba bir hata mı yaptık? Orta gelir düzeyi üstünde bir
kadın, arabası olan bir kadın neden araba üretiminin şişirildiğini gerekçe
görsün ki? Belki de sonradan zenginleşmemiş, aileden gelme bir hali vakti yerindelik
söz konusudur. Ve her aile ferdine bir araba şımarıklığını kastediyordur. İşte
tam bu sırada metrobüs peronundaki reklam panosunda açken nasıl canavara
dönüşüyoruz değil mi anlamında bir abur cubur reklamına gözü takılıyor. Öyküde
hiçbir şey tesadüf değil. Açgözlü olan sonradan zenginlerin konu edildiği
sırada onlara bir gönderme olabilir. Akıllı insanların öyle beyinlerinde
fazladan çalışan milyon tane hücre yokmuş. Onlar olaylar arasında bağ kurma
yetileri nedeni ile akıllıymış. İşte akıllı okura burada büyük bir paye vermiş
olarak devam ediyoruz. Başka ipuçlarını bulup çözme azmini kutlamalıyız.
Öykümüz materyalist bakış açısı ile kurgulanmış gerçekçi bir
öykü olduğundan buna ek olarak insanlara söyleyecek bir iletisi olduğundan
çarpıcı bir bitişle bitmeli… Kısa öyküler çarpıcılıkta aforizmaya yaklaşıyor…
Çelişki olmalı öyküde. Kişiliklerdeki çelişkinin sosyolojik açılımı
hissettirilmeli. Öykü öyle basit bir anlık görüntüden oluşmaktadır. Öyle atla
deve değil, görünürde bir kadın metrobüse biniyor. İşte buradan bile sıkıp öykü
çıkarıyoruz.
İşe gidiş saati yoğunluğunda metrobüslerde bekleşen insan
tipleri çok karmaşıktır. İşçisi, memuru, az gelirlisi, çok gelirlisi,
öğretmeni, polisi, iş bitiricisi, şehirlisi köylüsü her kesimden insan peronda
yığılmış bekliyor. Önlerine kapı geleceği varsayımı olan noktalarda yığılma
daha fazla. Rahatına düşkün olanlar birazdan gelecek olan metrobüsü beklerim
hiç olmazsa otururum diye düşünüyor. Yaşlı ve yolu uzun olanların beklemeyi
tercih ettiği bir gerçek… Her şey bir anda değişiyor. Sakin ama tetikte olan
yolcular otomatik kapının açılması ile canavarlaşıyor. Çarpa ite kendilerini
metrobüse atıyorlar ve hızlı bir göz gezdirme ile en yakın boş yeri saptayıp
derhal tereddütsüz oturuveriyorlar.
İyi giyimli şık
bir iş kadını olan Aslı metrobüse binerken canavarlaşarak kalabalığı yardı.
Oturacak yer bulma derdiyle kendi olmaktan çıktı. Nezaketmiş, başkalarının
haklarına saygıymış, silindi gitti. Aslında Aslı hiç de öyle biri değildi.
Olaylar düzleminden yani somuttan soyuta yükselmek, bu
durumun felsefesini yapmak, okura bırakılmalıdır diyoruz. Yazar her şeyi
anlatırsa olmaz. Öykü bitince okurun kafasında bir yer edebilmesi için muhakeme
gerekir. Okura da iş düşmelidir. Bize hasıra bakıp mısırı gören okurlar
gerekiyor.
Birinci okur bir eğitimci: perondakilerin eğitim ile
düzelebileceğini düşünüyor.
İkinci okur bir elitist: Dağdan gelenlerle doldu şehir bunca
kalabalık ve görgüsüzlük inanılmaz diyen tiksinçli bakışlar savuruyor etrafa...
Üçüncü okur bir mühendis: alt yapı planlanmazsa günübirlik
çarelerle geçiştirilirse işte olacağı budur diyor.
Dördüncü okur bir düşünür: İşte örnek, davranışlarımızı
belirleyen şey somut, sosyal, sınıfsal, çevresel etkenlerdir diyor.
Beşinci okur: Böyle de kısacık öykü mü olur ne demek istedi
şimdi bu diyerek dudak büküyor.
Altıncı okur didaktikliğe, kendini çok kaptırmış, her şeyden
hayatta karşılığı olmayan dersler çıkarıyor: Demek ki o saatlerde metrobüse
binmemeli, demek ki nezaketi elden bırakmamalı, demek ki kılığına kıyafetine
bakmayacaksın; kadın aile terbiyesi almamış.