Yaz Okulu 1 Özlem Abla
Öykü
Evin Okçuoğlu
“Onun annesi orospu” sözü sınıfta çınladığında bir an sanki beynim durdu.
Sonra hızlı bir tarayıcı çalışmaya başladı. En uygun yanıtı saniyeler içinde
bulup vermem için yıldırım hızında düşünceler aktı. Sonunda yanıtı buldum.
Sakin bir sesle, “olabilir... herkesin annesi özeldir,” dedim.
Düzenlediğim yaz okulunda İngilizce dersindeyken başıma gelen bu olay beni
derinden etkiledi. Üzerinde düşünmeme neden oldu.
O yaz okulumuzun şimdiye kadarki yaz okullarından farkı, hem anneli babalı
okul çevresinden gelen çocukların hem de bitişikteki yetiştirme yurdu
çocuklarının bir arada olmasıydı. Yetiştirme yurdu öğrencilerinin Antalya’daki
kamptan dönmeleri ile iki hafta boyunca sakin bir şekilde yürüyen yaz okulumuz
bir anda bir karmaşanın içine düştü. Yaş gruplarına göre yeni katılanları
sınıflara dağıttık. Müzik, resim, Türkçe, İngilizce dersleri yanı sıra satranç
da oynuyorlardı.
Bizim yaz okulu kurallarımız derneğimizin ilkeleri doğrultusunda oluşmuştu.
Öğrencilerimiz hem eğleniyor hem de öğreniyordu. Özellikle zorlama, bağırma,
vurma veya ceza verme yoktu. Herkes olumlu ve sevecendi. Eğitmenlerimiz Eğitim
Fakültesi öğrencileri veya öğretmenler bazen de lise mezunu dernek üyesi
annelerdi. Amacımız yaz boyu çocukların sokak avareliğinden kurtularak verimli
zaman geçirmeleri ve kendilerine sunulan ortamda gelişmelerine katkıda
bulunmaktı.
Gelin görün ki, okulun yönetiminde üstesinden gelemediğimiz sorunlar
oluştu. Öğretmenlik yıllarım boyunca hiç karşılaşmadığım bir kitle ile karşı
karşıya idim. Öğretmenlerim ikiye bölünmüş; yetiştirme yurdu öğrencileri ayrı
eğitilmeli diyenler ve hepsi birlikte eğitilmeli diyenler gruplaştı. Veliler ve
çocukları küfürlü kaba davranışlı öğrencilerden yakınıyordu, buna karşılık
yetiştirme yurdu çocukları da bizim suçumuz ne bizi hep dışlıyorlar diyorlardı.
Yaşı küçük olanlar tokyolarını da çıkarmış yalınayak yere basıyor, sıraya değil
duvar diplerine yere oturuyorlardı.
Bütün bu karmaşa içinde öğretmenler odasında her gün görüştüğümüz bir
eğitmen abla, Özlem Abla vardı. Zamanından önce kapatmak zorunda kaldığım bu
yaz okuluna o damgasını vurdu.
Özlem Abla sınıftan çıkınca onunla birlikte çevresini saran öğrencilerle
birlikte odaya geliyor, koltuğuna oturunca da çocuklar çevresini sarıyordu.
Kimisi tepesinden eğiliyor saçını okşuyor, kimisi kucağına çıkıyor, kimisi
koltuk yanlarından uzanıp koluna dokunuyor, bir şeyler soruyordu. Özlem Abla
hiçbir şekilde onları terslemiyordu. Sorularına sakince yanıt veriyor,
gülümsüyordu. Sanki bir melek inmiş de tüm çocuklara sınırsız, koşulsuz sevgi ırmağından
sevecenlik akıtıyordu.
Özlem Abla öğretmenler arasındaki tartışmaya da hiç girmiyordu.
Belki de daha okulundan mezun olmadan bütün öğrendiklerini aşan bir şekilde
doğaçlama bir içtenlikle davranmaktaydı.
Derste kulağımda çınlayan o sözlerin nedenine dönersek; Yetiştirme
yurdundan bir kız öğrencimizin her anlattığımı, öğrettiğimi çabucak kavradığını
görmüştüm. Onun daha da gelişmesine katkısı olur düşüncesiyle “teneffüste gel
de sana yardımcı kitaplar vereyim,” dedim. Sözlerim biter bitmez başka bir kız
sınıfta şok yaratan o sözü söyledi. “Onun annesi orospu!” Demek ki normalde
belki de hiç sorun olmayacak bir özel ilgi yetiştirme yurdu çocukları açısından
sorun olabiliyordu. O öğrencimiz, bir şekilde çekememezlik duygusuyla o sözleri
söyleyivermişti. Benim durumu düzeltme çabasıyla söylediklerim ve dersin
akışını sürdürüşüm ile teneffüse vardık. Kendi açımdan bu bana ders oldu.
Olumlu anlamda bile olsa birisini öne çıkarmak ayrımcılık gibi algılanıyordu.
Daha önce de başka bir olay dikkatimi çekmişti. Bir öğrencinin saçını
okşamak için başına elimi uzattığım sırada aniden başını bir refleksle
kaçırmıştı. İrkilerek bana bakan kara gözler, o yaz bana çok şey öğretti. Ona
vuracağımı sanmış olmalı... Eğer bir ödülmüş sanıp bir kişiye diğerlerinden farklı
bir tutum takınırsanız sınıfın diğer kalan kısmına bu bir cezadır. Okşayacaksak
hepsinin saçlarını okşamalıyız. Ayrıcalıklar acıtıcı oluyor.
Herkes dersini aldı mı bilmem ama o yıl yaz okulu sonrası yetiştirme
yurdundaki bir öğretmen kızımız ile görüşme fırsatım oldu. Ondan öğrendiklerim
çok ilginçti. “İnanır mısınız hoca hanım, akşamüzeri oluyor, herkes elinde bir
jeton, Özlem Abla’ya telefon kuyruğunda! Dolap kapaklarında Özlem Abla
fotoğrafları...”
Özlem Abla bir idol olmuştu... Belki de tek kazanımımız buydu. Öğrenciler
en çok ihtiyaçları olan güven duygusu ve sevgiyi almışlardı. Kendi payıma ben
gereken dersimi aldım.
Çocukların ayrı mı birlikte mi yetiştirilmeleri konusunda yine de kafam
karışıktı. Deyim yerindeyse yaşadığımız bu fiyasko sonrası yardım almam,
birilerine başvurmam gerekiyordu. Deneyimli bir psikoloğun konferansında
yaşadığım bu olayı kısaca özetledim. Sorumu sordum. Çalışmamızın başlıca
hatası, kısa sürede çok beklenti içinde olmamızdı. Hem yazar hem de psikolog
olan hocamız köy enstitülerinden de söz ederek bana bir kitap önerdi. Anton
Makarenko’nun Yaşam Yolu adlı eseri...