ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Hayatın Anlamı

 HAYATIN ANLAMI

 

Evin Okçuoğlu

 

Ordu’dan İstanbul’a taşınmışız. Şehrin Ordulular mahallesinde bize de bir küçük yer düşmüş. Yerleşmişiz. Babam elinden gelen iş ne ise yapmış, çalışmış. En son bir mermer atölyesinde çalışıyorken işler bozulduğu için işsiz kaldı. Babam annemin çalışmasına hep karşıydı. Ama koşullar zorladı. Annem gündelik temizlik işine başladı. Mahallede bir komşu kadın bu işi daha önceden yapıyordu. Nerdeyse çalışmak isteyen tüm kadınlara o iş buldu. Böylece annem de haftada birkaç gün temizliğe gitmeye başladı. Küçük kızkardeşimle beni mahallenin ilkokuluna verdiler. Okula başladığımda 8 yaşındaydım. İkinci sınıftaydım. Ordu’nun köy okulundan çok farklı olan bu okula uyum sağlayamadım. Sınıf arkadaşlarım da İstanbul’a göçmüş aile çocuklarıydı. Hepsi de “yaramaz” ve “tembel” dediklerinden... Ben okumayı pek sökemeden ikinci sınıf olmuştum. Derslerde öğretmen bir şey okutacak da kekeleyip mahcup olacağım korkusuyla hep kendimi gizlemeye çalıştım. Öğretmen, “Cihan, oku bakalım oğlum,” diyecek diye ödüm kopardı. Her ders yılı kaçtım okumaktan... İlkokul bitti. 

 

Kız kardeşim Bahar öğretmenini severdi. O bana benzememiş! Bir gün anlattı durdu; öğretmen saçını okşamış... Başka bir gün gülen bir yüz olmuş geldi; öğretmen “aferin” demiş... Sonra ders yılı bitti... Öğretmen yazın kitap okuyun demiş... Nereden bulalım kitap, okul kapalı. Zaten sınıf kitaplığında okunmadık kitap kalmamış...  Bahar başladı aramalara... Evden dışarı çıkıp da minibüslere binmemişiz, uzak yerlere gitmemişiz. Bildiğimiz tek yer okul yolunda birkaç bakkal o kadar. Kitapçı olsa ne olacak, parasız kitap vermiyorlar ki... 

 

O yaz okul kapanmadan duyuru yapıldı. Yaz okulu varmış. Sabahtan kuran kursuna gidenler bile vazgeçip yaz okuluna gider oldular. Sabah sporu yapıyorduk orada. Ders dediğin ders değil. Eğlenceydi. Resimler yapıp boyardık... Renkli kalemleri kağıtları okuldan verirlerdi. Beslenme saatinde meyve suyu ve poğaça ikramı vardı. Sıcacık poğaçaları peçetelerle tutup alır, teşekkür ederdik. Sonra müzik çalışması olurdu. Koroda şarkılar söyler sonra da serbestçe kendi memleket türkülerimizi okurduk. Öyküler okunur, öyküde geçen konu ile ilgili konuşulurdu. İsteyen eve öykü kitabı götürür, okur, geri getirirdi. Bahar en çok buna sevinmişti. O yaz, yaşantımız boyunca anımsayacağımız güzellikte geçti.  

İlk defa İstanbul’u gezmeye götürüldük. Müzeler ve saraylar büyülü bir zenginlik dünyasıydı. Bizim dünyamızdan uzakta... İstanbul ne kalabalık, ne çok araba var. Yaşadığımız ilkler öyle çoktu ki. Bazı arkadaşlar denizi ilk kez görüyordu. Bu arada yol uzun, trafik yoğun; çoğumuzu gezi otobüsünde söylenen şarkılara bile katılamadan otobüs tuttu. Alışık olmadığımız ama yine de değişik bulduğumuz bu gezilerin bir gün sonrasında en çok ilgimizi neyin çektiği sorulurdu. Herkesin aklında sarayların yüksek tavanları ve altın sarısı işlemeleri kalmıştı. Boğaz köprüsünden İstanbul görünümünü de hemen hemen herkes anmadan geçmiyordu. Yaz sonu okul telaşı başladığında bazı arkadaşlarımız burs aldı. Giysi ve ders kitapları sağlandı. Bazı arkadaşların velileri okula gelip öğretmenlere dert yanıyorlardı. Her yıl okul formalarında değişiklikler yapılması yüzünden küçülmese de eski ceketleri giydiremediklerinden yakınıyorlardı. “Her yıl her yıl değiştirilir mi giysiler! Nasıl alalım her yıl yeni ceket!” birkaç kişiye yardım etmekle bu sorunlar çözüme ulaşmış olmuyordu. Hem yoksulluk hem de o yoksulluğun içinde eğitim almaya çalışanlar öyle çoktu ki... Öyle çoktuk ki...

 

Okul kapandığında sekizinci sınıfı bitiren arkadaşlardan birine rastladığımda tanıyamadım. 

Kızcağız çekinerek yaklaştı, “beni tanımadın mı?” dedi. Kara çarşafın içinde tanımam zor olmuştu ama ona bunu söyleyemedim. “A! Merhaba,” diyebildim şaşkın bir şekilde. Sonradan anlattığına göre babası daha fazla okumana gerek yok demiş, yatarken bile uzun paçalı kat kat giysiler giydiriyorlarmış. Korkarak yakındı bir süre: “Bilsen öyle sıkılıyorum ki bu baskıdan,” deyip hemen uzaklaştı. Bakkala bile gitmesine izin yokmuş. Nasıl olduysa o gün bir kaçamak dışarıdaydı. Belki yatılı kuran kursuna yollayacakmış babası... Ben liseye de gideceğim. Belki öğretmen olurum. Belki işsizler ordusuna katılırım. Ama elimden geldiği kadar okumak için çabalayacağım. 

 

İşte o yıllarda böyle düşünüyordum. Sınıf arkadaşlarımın çoğu öğrenimlerini tamamlamadan işe girip, değişik iş yerlerinde çırak oldular. Ben daha şanslıydım. Burs alarak okumaya devam edebildim. Öğretmen olunca atanacağım yer neresi olursa gitmeye kararlıydım. Atamam yapıldığında Van ili yatılı bölge okulunda çalışmak üzere trenle yola çıktığımda Anadolu’nun o şarıl şarıl akan nehirleri üzerinden geçerek, iğde kokularını içime çekip nerdeyse sarhoş gibi yolculuk yaptım. Yaz başında böylesi güzel olan doğaya hayran kalmıştım. Trenin penceresinden ayrılamıyordum. Tatvan’a varınca öğretmen evinde kalıp dinlendim. Önümde yepyeni bir dönem vardı. İçimdeki heyecan dinmek bilmiyordu. Öğretmen evinde konuştuğum her öğretmenden yeni bir şey öğrendim. Öğrencilerin durumları ilginçti. Aile arasında kendi dillerini kullanıyor, okula gelince Türkçe öğreniyorlardı. Ben her şeyin üstesinden gelebilirim diye düşünüyordum. Öğrencilerimi çok sevecek, onlara yeni şeyler öğreterek hayata hazırlayacaktım. Engeller, sorunlar her işte vardır diyordum. 

Sonra Hasan’ı tanıdım. Kapkara kıvrık kirpiklerin arasından bakan zeytin gözleriyle bakıyordu. Oturduğu sırada diğer öğrencilerden daha uzun boyuyla dikkati çekiyordu. Okulda yapılacak törende şiir okumasını istedim bir gün. Önce istekli göründü. 23 Nisan şiirlerinden birini okuyacaktı. Derslerde de pek sesli okumalara katılmazdı. Öğrencilik yıllarımda, iyi okuyamadığım için öğretmen beni görmese de okutmasa dediğim günleri anımsadım. Bu gidişi kırmak gerek diye, ona ders sonrası yardıma başladım. Şiiri bir güzel vurgularıyla tonlamalarıyla çalıştık. Kürsüde şiiri okuduktan sonraki güvenli edası görülmeye değerdi doğrusu. Hasan artık seviyordu okulu... Dersleri daha iyiye gidiyordu. Daha sonraki yıllarda birçok Hasanlar oldu öğretmenliğim boyunca. Bomboş okul kütüphanelerini çabalayıp uğraşıp öykü ve şiir kitaplarıyla donatmak gerekti hep. 

Bahar’ı anne babası okula göndermek istememiş bir zaman. Onu tanımam da önemliydi benim için. Kız çocuklarının da okula gönderilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordum. Kahvede tanımıştım babasını. Bahar için çok dil dökmem gerekti. kampanyalar yapılıyordu. Kız çocukları için burs veren bir dernekten yardım bile buldum Bahar için. Babası sonunda kabul etti. Ne kadar başarılı ve zeki bir öğrenciydi Bahar... Aradan yıllar geçti... Bir gün haberini aldım... Hemşire okulu sınavlarını kazanmıştı. Bir bahar açtı sevincimin dallarında... Emeğimin  meyvesini topladıkça nasıl çiçeklendim. Umutlarımı gerçek görmek baharlar açtırdıkça daha çok sevdim işimi. 

Yaşantıma kattığım eşime o yıllarda rastladım... Sağlık taraması için başvurduğum sağlık ocağında, bembeyaz bir çiçekti Aynur hemşire...  İkimizin de konusu insandı. O beden sağlığıyla ben de eğitimle yönelmiştik çocuklara... Kısa bir bakışma anından doğurduğum hayallerle geçti günlerim, gecelerim. Hep yüzü vardı gözümün önünde... Aşı yaparkenki sevecen yüzü, annelere sabırla anlatışları sırasındaki yüzü, gün sonlarında yorgun ama yılgın olmayan yüzü... iyileşen bir çocuk için sevinen yüzü... Merhabamız, arkadaşlığa dönsün diye yapıp bozduğum bir sürü plandan sonra, ilk buluşma için berbere alışverişe gitmek, telaş telaş... Ama ne tatlı bir heyecan... karşımda oturmuş gözleri yüzümde geziniyor... Bakmaya doyamıyorum saydam aydınlık yüzüne... Aynur hemşire anlatıyor... Duyuyorum, ama dinliyor muyum? Sözleri bastıracak kadar güçlü atıyor sanki kalbim. Ona ne anlattım, o neler dedi, bir dahaki buluşma için sözleştik ya gerisi önemli değil... İple çekilen o buluşmalardan sonra, biraz daha rahatlamıştım. O da bana ilgi duyuyor... o da bana ilgi duyuyor diye kendime ninniler söyledim ama boşuna. Uyku tutmaz olmuştu bir kere.

Tayin, bir acımasız fırtına gibi geldi o yaz... Ben bir yana o bir yana savrulacaktık...  Çaresi bir an önce evlenmekti. Öyle yaptık... Parlak ışığıyla dolunay gibi parladı yaşantıma ve birlikte Anadolu illerinde yıllarca görev yaptık... Bizim de anne baba oluşumuz, o yıllara rastlıyor. 

Anılarımızı birlikte biriktirdik, acıları sevinçlerle demledik. İlk beyazları birlikte yakaladık saçlarımızda. 

 

Şimdi düşünüyorum: Hayatın anlamı ne diye soruyorlar da şaşırıyorum. Gençler anlamsız buluyorlar demek hayatı... Ona bir anlam verecek şeyi arıyorlar... O zaman taşıyorum kendimden, yeni yetme heyecanlarım parlıyor gözlerimde. “Hayatın anlamı,” diyorum, “sevdiği işi yapmak, yaparken de hayata bir katkı sunmaktır... Bir fidan dikmektir, fidanı sulamak, yeşermesini görmektir. Üretmek ve pay etmektir... Nasıl desem... Hayatın anlamı, sevgiyi hafife almadan doyasıya vermek demek...”