ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Kavurga

 Kavurga 

Çok zahmetli bir günün sonunda annemle babam harman yerinden saman balyalarını kağnıya yükledi. Ben de kenarda oynayıp onları izliyordum. Annem: “Melek hadi dönme vaktidir kızım,” dedi. Ben o zamanlar iri kara gözlerle meraklı bakan bir çocuktum. Karmakarışık saçımın iki örgüsü ucuna bez bağlanmış, ayağımda lastik patik, cebimde kavurgalarla tozun toprağın içinde gün geçirirdim Yedi yaşıma karşın okul, kitap, defter görmemiştim daha. Benden birkaç yaş büyük ağabeyim de öyle… O günü hiç unutmadım. Her aklıma gelişte gözüm yaşararak anımsadım. Gökyüzüne bakıp duran babam endişeliydi. Kara bulutlar yaklaşıyordu. “Yağmur gelecek hanım acele etmeliyiz,” dedi. Öküzleri bağlayıp kağnı hareket ettiğinde ikisi de kan ter içinde kalmışlardı. Yola düşme zamanıydı. Öküzlerin biri çelimsiz kaldığından zorlanıyordu kağnı. Hızlanamıyordu. Az ilerlemişken birden sarsılıp durduk. Tekerlek çukura girmişti, babam birkaç kez boşuna hamle yapıp zorlasa da öküzler tekerleği çukurdan kurtaramadı. Modulla bir iki kez daha sert dürttü. Yine kıpırtı yoktu. Babam alel acele güçsüz öküzü çözdü, annemin hayret eden bakışlarına aldırmadan kendini kağnıya diğer öküzün yanına koştu. “Haydi hanım al modulu, dürt beni de öküzü de,” dedi. Annem sopanın ucundaki çiviyle önce öküzü sonra da babamı dürttü. Ama babama zayıf gelmiş olmalı bu dürtme ki sinirlendi. Annemin yanına gelip öyle bir yeri göğü inleten sesle bağırdı: “Daha kuvvetli dürt diyorum sana daha kuvvetli!” deyip geçti öküzün yanına… Annem gözlerinde yaşlarla babamın dediğini yaptı çaresiz… İşte o anda babam can havliyle garip sesler çıkararak yüklendi. Tekerleği gömüldüğü çukurdan çıkarmayı böylece başardılar. Bayram sevinci gibi bir sevinç yaşadık. Annemin gözünden süzülen yaşlar gülen dudaklarına doğru akıyordu. Hem gülüp hem ağlıyordu. Zahmetli yol hep bir göğe bakıp bir öküz dürtmeyle sürdü gitti… Ambara kadar yağmura yakalanmadan vardık. Kağnıdan saman balyalarını indirip bir oh dediklerinde ilk damlalar düşmeye başlamıştı. Sivas’ın yoksul bir köyünde tarla ile ev arası, ev işleriyle yorgun düşülen yatak arası bir yaşantımız vardı. Öyle ki elektrik yok, su taşıma su… Ateş yakıp ısınacak ne bir kibrit, ne de bir çakmak vardı. Köyde dumanı çıkan bir dam gördük mü gider bir kürek kor alır ocağımızı yakardık. Eğer bir gün önceden kalma küllerin altında köz kalmışsa onu harlayıverirdik. Sonra günlerden bir gün içimde bir sevinç, bir yerinde duramamak… Gidiyorduk. Köyden şehre, Sivas’tan Adana’ya! Ne büyük bir mutluluktu… o duygulara mutluluk adını koyacak kadar bile dilim dönmezken yaşadım o acemisi olduğum duyguları. Babam önden gitmiş, Adana’nın yoksul mahallesinde tek göz odaların sıra sıra dizildiği odalardan birini tutmuştu. Yatak döşek toplandı, denkler yapılıp kağnıya yüklendi. Trene kadar böyle gidilecekti. Ben kağnının arkasına kardeşimle kuruldum. Sevinçten bacaklarımı sallayıp duruyordum. Elimi cebime attım; kavurgalar. Köylük yere özgü yoksul yemişi kavurgalar… Oh dedim içimden, köyden kalan izlere küçümser gibi baktım. Artık şehre gidiyoruduk. Köyün izlerini silercesine baktım avucumdaki kavurgalara… Sonra savurdum kavurgaları fırlattım sağa sola… Bir avuç daha aldım cebimden; savurdum köyün tozlu yollarına… Sonra bir avuç daha… Sonra bir avuç daha… Evin Okçuoğlu