YALÇIN KÜÇÜK “ÇIKIŞ”I İŞARET EDİYOR
Evin Okçuoğlu
Yıllar önce Bilim Sanat veya Yürüyüş dergilerinde okuduğumda
17 yaşların toyluğu ile anlamakta zorluk çekerdim. Yalçın hocayı sonraları
okurken, onun kitaplarında bir düzenleniş karakteristiği ve yazı tarzında da
kendine özgü bir biçemi olduğunu gördüm. Onun okurları bu biçeme alışıktır.
Nerede okusalar imzası olmasa da onun yazdığı bir yazı olduğunu anlarlar.
Kitaplarında hep olan onomastik çalışmalar ÇIKIŞ’ta da var. Kitap kapağında
ansiklopedi 1 yazısı dikkati çekiyor. Demek ki kısa öz açıklamalara girişilen
bir eserdir ve devamı gelecektir. Gerçekten de Önsöz’ün ilk cümleleri telgraf
çeker gibidir. a, b, c, şıkları ile kitap boyunca karşılaşıyoruz ve şimdilerde
aceleci internet okurlarına da uygun düşüyor. Kısa sonuç çıkarma, saptama
cümleleri de aforizmaları anımsatıyor. Görüşlerdeki netlik ve konuya hâkimiyet
sayesinde aforizmalar kitap boyunca rahatça dökülmektedir. İşte onlardan biri:
“Diktatör, çöküşün mahsulüdür. Bu müthiş ‘çöküş’ müthiş korkunun ürünüdür.
Korktular ve dine döndüler. Önce sığındılar ve sonra silah yaptılar.”
Yazarımız bölüm yerine “sure” sözünü kullanmakla dikkatimizi
Kuran’daki İbraniceden alıntı sözcüklere çekiyor.
10 Mart 2014 Silivri’den çıkış bildirisi Cumhuriyetten çıkışa
karşı bir duruştan çok diklenmedir. Emekçi cumhuriyete girişi ise kitap boyunca
okuduklarımız arasında bağlantılar kura kura ilerleyerek buluyoruz. Tekrarlamalar ise çoğu kitabında vardır ve
bir öğretmene uygundur.
Marxist materyalist bakış açısı ile tarihi bilimsel
titizlikle çevirilerle bilim ile sanat ile donatarak araştırarak bize sunulmuş
bu son kitap için emek veren bir ekip var. Deniz Hakan, Barış Zeren ve Okan
İrtem’e katkıları için Yalçın hocamız gibi okurlarımız da teşekkür borçludur.
Kitabın özellikle içindekiler kısmına ek olarak metin içi ekler için hazırlanmış ikinci bir içindekiler var. Kitap
sonundaki indeks de aradığımız kelimeyi bulmada kolaylık sağlıyor.
Kitabı okurken çok hoşuma giden ve sayfa numaralarını kayıt
ettiğim yerleri sizinle de paylaşmak istiyorum ve okurunun bol olmasını; Yalçın
hocamızın dediği gibi “öksüz” bir kitap olmamasını diliyorum.
Üçüncü sure Kürtler:
Quo Vadis?’in birinci bölümünde Öcalan’ın sola yaklaşık olduğu zamanlardan
bu güne akepe’ye yaklaştığı zamana kadar olan süreçleri anlatıyor. Bu arada
Kürtlerin, Vietnam Devrimi ve Türkiye devrimci gençlik hareketlerini örnek
aldıkları görüşlerinden ikincisine pek katılmıyor. Sayfa 199: “Türkiye devrimci
gençlik hareketinin büyük kahramanlar ve gençlik önderleri çıkarttığı doğrudur.
Yalnız hem bir yol olamamış ve hem de kurumlar çıkaramamıştır. Kısa ömürlüdür
ve sürekli parçalanmıştır. Güzel, ve devrimci gençlik, bir de, Türkiye İşçi
Partisi ile mücadele ederek devrimcileşmişti; abarttılar ve zapt etmek
istediler.”
Aynı surenin ikinci bölümünde (The End Of Games Oyunların Sonu mu) beni buruk gülüşlere gark eden
bir paragraf var. İşte o sayfa 224’teki yaz-boz kısmından biraz alıntı yapmak
istiyorum. Tabii keşke tüm sayfayı hatta kitabı okusanız diye de içimden
geçirmekteyim. “Bizde mi, Yavuz Selim ile başlarsak,1516, dört yüz yıllık bir
düzen vardı ve emperyalizm, yerine sadece bir yaz-boz tahtası getirdi, şimdi
bir daha yazmaya ihtiyaçları var ama zorlanıyorlar. Yalnız biz sadece ‘bakar’
oldukça ve seyirci kaldıkça, mutlak yazarlar. Tahtayı değil de beyinlerimizi
silmekten hiç utanmıyoruz. ... ‘ayı’ değil belki de ‘camız’ olmayı seçiyoruz.
…Camızlar burada dört yüz yıl birlikte yaşadığımızı hiç hatırlamazlar.” Hocamız
gerçekten müthiş bir dille kızgınlığını haykırmış. Katılmamak elde değil ama
ben biliyorum ki yine de halkımıza değil onları sürüleştirenleredir sınıf
öfkesi… Çünkü bir vesile ile Nazım’ın şiirlerinden en sevdiği şiirin
Benerci’den bir bölüm olduğunu biliyorum ve zaten kitabın 21. sayfasında yer
alıyor:
“…Delikanlım!
Senin kafanın içi
Yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
Kâinatın en mükemmel şeyidir.”
3. surenin Türk
Savaşlarında Kürtler, 3 bölümünde birinci dünya savaşı sonunda icat edilen
“manda” sözcüğünü feodalite dönemindeki “vassal”a benzetiyor ve devamında
“tampon devlet” ve stratejik ortak sözlerini de benzeştiriyor. İkinci dünya
savaşında Almanya’ya savaş açmak ve Kore’ye asker göndermek stratejik ortak
olma gereğidir diyor ve “Küçük Amerika olmak, ‘manda’ ya da ‘tampon’ olmayı
istemektir” diye ekliyor.
Yalçın hoca çalışma sisteminden söz ederken kart sistemi
kullandığını belirtiyor. Uzun açıklamalı notlarını kartlara yazıyor. Bilimsel
bir çalışmada makul sayıda veri biriktirmekten sonra sıra olaylar arasında bağ
kurmaya geliyor. İşte bu çalışmalarında hep “Eğer dünya çok eğriyse, çubuğu hep
tersine bükmek çok doğrudur” (s: 225) düşüncesi var.
Tarihçi titizliği ile iz sürerken Yüzbaşı Averyanov’un
tarihsel sunumlarından oluşan bir kitaba rastlanması, kitabın Rusça baskısını
Barış Zeren’in bulup Çıkış için
çevirmesi, bunların ötesinde kitaptaki bilgilerin test edilerek bize sunulması
belki de bu kitaba giren en önemli bölümlerdendir. İşte bu bölümde hocamızın
vardığı sonuç şudur; özetle ifade etmiş: “… Türk Devletleri çöküş pozisyonuna
girince iki çare buluyorlar ve iki sığınakları var, demek istiyorum. Bir,
Kürtleri harekete geçiriyorlar…. İki aşırı dinselliği canlandırıyorlar ya da
aşırı cinselliğe batıyorlar ve bunu da görüyoruz. ….Tekrar ve özetliyorum,
savaş alanına Kürtler sokuluyorsa ve yobazizm yükseltiliyorsa, ‘batmak
üzereyiz’ demektir.”
Türkiye’de
Aydınlar Var adlı beşinci surede ilerlerken “Caligula Tarifinde Bir
Yaratık (dördüncü bölüm) hocamızın emperyalizm ve tekeliyet açıklaması çok
değerlidir. Sayfa 347’den alıntı yapıyorum: “Tekeliyet ve emperyalizm,
ikiyüzdür; tekeliyet iktidarın parsellenme halidir ve modern zamanlarda Orta
Çağın feodallerine benzetebiliyoruz. Emperyalizm ise devletleri şeklen almadan,
işgal etmeden, devlet gücünün yayılmasıdır, alan genişlemesi de denebilir.
Artık parlamentolar sadece dekordurlar….”
Artık sonlara
doğru gelmekteyiz. Caligula’dan yararlanarak yazdığı bölümdeyim. 15. maddede
kalakalıyorum. Benim de hakkında şiir (Dans) yazdığım bir konuyu benzer
duygularla sanatsal işleyişine hayran olmamak elde değil. Uzun bir paragraf
olan 15. maddeyi elinde kitap olanlar hemen sayfa 354-355’i açıp okuyabilir.
Kısaca atlayarak paylaşıyorum: “Dansların en yükseği İspanyol Flamenko olmalı…
İnsanın insana tutkusunun, insanı gerilmiş yaya döndürmesini görüyorum…. Kollar
bazen mızrak ve bazen füze oluyorlar ve kadın ile erkek öylesine sevgi doludur
ki birbirlerine kıyamıyorlar. Kıyamamak, şiddetli aşk halidir ve öyleyse, her
Flamenko, bir isyan birikimi oluyor; biriktiriyorlar ve daha büyük patlamaya
hazırlanıyorlar. Ve İspanyol danslarını, depo edilmiş isyan olarak görüyorum.”
Evet, ben de aynen
öyle görüp duyuyorum Yalçın hocam ve izninizle kısa bir parça ile “Dans”tan
alıntı yapıyorum:
“Kabarır
eteklerimden öfkem, bedenim susmayan şarkı.
Başı döner
dünyamın, dansımdan isyan doğar
Çarpar adımlarım
yere, acır geçmişim
……
Anayım ana dilde
ağlarım, ak düşer, yaş düşer
Düşmez başım,
bakışımdan kabarır dalgalar”
Sırada 32. madde
var. Sezar ve Brütüs üzerinden cumhuriyetin tükenmişliğine değinerek, “… bu
nedenle yıkan da kurtarmak isteyen de yok olmaktadır. Yerlerini tarihin
döküntüleri dolduruyorlar; ders’i burada arıyoruz.”
Okurla paylaşmak
istediğim son kısma geldik. Sayfa 361 madde 47deyiz: “Montesquieu’nün Görkem ve Çöküş çalışmasını ‘okursak’, ne kadar materialist bir
bakışı olduğunu da hemen görüyoruz; çok çarpıcıdır. Roma halkını analiz ediyor,
a) tribünlerde seyrettikleri ile vahşileştiklerini…..böylece bütün halkların en
bayağısı ve alçağı olduklarını ……” kısmını okurken aklıma vahşet videolarını
kanlı cinayetli televizyon haberlerini bol bol izlettikleri geliveriyor. Ve
böylece biz de hocamızın şu çıkarsaması ile benzeşen bir yapıya iteklenmiş
oluyoruz: “Roma halkı, ‘pleb’ diyoruz,
artık en kötü imparatordan dahi rahatsız olmamaktadır. Roma’da ‘iyi’ ve ‘kötü’
imparator farkı ortadan kalkmıştır; demek ki, sürü yaratılmışsa, tiran veya
despota şaşmıyoruz.”
Benim gördüğüm
Yalçın Küçük bir savaşçıdır. Alanı, kin gütmüyorum deyip terk etmemiştir. Ne
mutlu ki okuduğum, çöküş sırası ve sonrası çöküntü üzerinde tepinenler dahil
rol alanların yakasını bırakmama konusunda sert bir kitaptır.
Yalçın Küçük, Çıkış,
Tekin Yayınları, Ocak 2015, 375 sayfa
berfin bahar dergisinde nisan 2015 te yayınlanmıştır.