Kopak
Fotoğraf çekmeyi, hem doğa ve insanlarla birlikte olmak, hem
de değişik yerler görmek açısından çok güzel bir uğraş olarak gördüm… Yine de
fotoğraf çekmek benim için amatör bir heves olarak kaldı. Birkaç fotoğraf grubu ile bazen de doğa
yürüyüşçüleriyle çıktığım gezilerde hep fotoğraf çektim. Zamanla çekim
konularımı kümeleştirdim. Merdivenler, kapılar, ahşap dokular ve makro detaylar
da çektim. Yazdığım şiirlerle çektiğim fotoğrafları besledim. Fotoğraf çeken
dostlar edindim. Muhteşem güçlü fotoğraf makineleriyle profesyonelliğe varan
çekimler yapan arkadaşlarımın eserlerine hayran kaldım. Karma sergilerde yer
alan fotoğraflarımla gururlandım.
Gidilen kırsal bölgelerde karşımıza çıkan yerli halktan kişilerle merhabalaşıp
portre çekimi izni alıyorduk. Kimi yerlerde artık fotoğrafçılara poz vermek
meslek olmuştu. Ben yine de oranın yerlisi kişilerle kısa da olsa bir sohbet
edebilirsek seviniyordum. Tabii bu gezilerin çevreyi tanıma, öğrenme ve en
önemlisi doğa ile iç içe yaşayanlara özgü bilgeliklerin farkına varma gibi
katkıları da oluyordu.
Sonunda bu serüvende tanıdığım Mahmut beni imrendiren fotoğrafçılık öykülerini
anlatmaya başlayınca içimde kıpırtılar başladı. Yıllar önce Türsab dergi için
Akşehir’e Nasrettin Hoca Derneği başkanının çağrılısı olarak gittiğinde
Mahmut’un yaşadıkları ve çektiği fotoğraflar hâlâ aklımda… Bana uzun uzun
bahsettiklerini size de anlatmak isterim. Mahmut söylesin dinleyelim:
“Akşehir Belediye başkan yardımcısı Ahmet arkadaşımdı. 2-3
gün boyunca Akşehir’in her tarafını fotoğrafladım. El sanatları, eski evleri,
tarihi eserleri ve Nasrettin Hoca mezarını… Bir gün Ahmet: Gel seni Eber gölüne
götüreyim hem yüzen adaları çekersin
hem de balık tutarız dedi. Yüzen adalar bana çok ilginç geldiği için atladık gittik.
Bir de ne göreyim Eber gölü kıyısında Roman aileler sazlardan kendilerine
kalacak yerler yapmışlar ve gölden çıkardıkları bir bitki ile sepet örüyorlar. Sazlardan
değil de gölden çıkan ince bir bitki var onunla örüyorlar.
Eber gölü Afyon Seka tesislerinin atıkları ile yıllarca zehirlendi ve
kamışlıklar tabandan zamanla kopuyor ve rüzgârın etkisiyle bütün kopaklar bir
şekilde yüzüyorlar.
Göl tabanı zamanla çürüyor ve kamışlıklar dipten kopuyor o nedenle kopak deniyor onlara… Bazı kopaklara
balıkçılar barakalar yapmışlar.
Fotoğraf için inanılmaz bir ortamdı. Neyse Ahmet ve tanıdığı balıkçı ile
sandalla yüzen adalara gittik su kuşları ve yüzen adacıkların fotoğraflarını
çektim. Dönüşte Roman vatandaşların başı olan kişi ile tanıştık ama adamcağız
huysuz aksi fakat çevresindekiler çay ikram ettiler. Ben de onlara: Önümüzdeki
hafta Nasrettin Hoca festivali var Gelin Akşehir’de size bir stant kuralım
sepetlerinizi filan satarsınız, dedim.
Bu arada çocuklar göl kıyısında su yılanları v.s ile oynuyorlar ama sefalet diz
boyu idi.
Neyse ben yine de hem teklifimi yaptım hem de ben İstanbul vosvos Kulübü
kurucusuyum festivalde buraya 50 araba ile gelip kamp kuracağız dedim Adam
umursamaz bir halde bizi yolcu etti.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Romanların başı Şerif beni barakasına çağırdı ve
3 tane çek uzatarak (toplam bedeli 5bin lira): Dayım bunlar benim işime
yaramıyor al bunları sen bu kadar adam gezdiriyorsun lazım olur, dedi.
Şerif tekrarladı: Al bu çekleri benim işime yaramıyor bu kadar adam
gezdiriyorsun sana lazım dedi. Şaşırmıştık. Böyle bir güzelliği öz
kardeşlerimden en yakınlarımdan görmemiştim. Teşekkür ettik. Onlar da festival esnasında
150 civarında sepet satmışlardı. Sabah vosvoslarla birlikte ayrılırken bütün
arabalara birer tane minik sepetçik hediye ettiler.
Ayrılırken Şerif: Dayım bak kızımın sonbaharda düğünü var sizi Salihli/Urganlı’ya
davet ediyoruz mutlaka gelin, dedi.
İstanbul’a döndükten sonra düğün tarihi yaklaşırken vosvos Kulüpte karar verdik
üç araba Salihli Urganlı’ya gittik düğün hediyelerimizle birlikte. Aman
Allah’ım bize bir ilgi bir izzet bir ikram. Nefis bir roman düğünü yaşadık ve İstanbul’a
döndük. Şu an hâlâ Şerif’le telefonlaşırız. Şerif artık Çanakkale Çan da
yaşıyor.”