ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

MERHABA KONUK ,

SAYFAMA HOŞ GELDİNİZ.


ŞİİR ÖYKÜ VE DENEMELERİM -GÖRSELLER

13 Temmuz 2021 Salı

Çelik Ustası

 Çelik Ustası

 Evin Okçuoğlu

İnşaat işçileri büyük inşaat işini adım adım ilerletmekteydi. Zafer, İstanbul’da bir alışveriş merkezinin şantiyesinde çelik montaj işlerini yapıyordu o zamanlar. 1200 işçinin yaklaşık 300’ü ona bağlıydı. Her gün onlarca işçi iş başı yapıyor bir o kadarı işi bırakıyordu. İşçiler şantiyede üç bölgede kurulmuş konteynerlerde kalıyorlardı. Her konteyner 3x7 metre… Bir konteynerde ranzalarda on iki kişi konaklıyordu. Normalde dört kişiden fazla olması sakıncalı…

“Nefes almak mümkün değil; sadece nefes alındığı zaman on beş dakika sonra oksijen tükeniyor. Kış aylarında kapıyı pencere de açılamıyor. Soğuk, yorgun ve oksijensizlikten bitap düşen bedenleri çarpıyor.”

Sadece konteyner değil, plastikten yapılmış şantiye çadırlarında da yüz elli, iki yüz kişi yorgun argın geceliyordu.

Bir arada yaşama kurallarını kendi içlerinde yavaş yavaş oluşturmalarına yardım eden Zafer, demir ustasıydı. Aslında mühendislik eğitimi siyasi görüşü nedeniyle yarım kalmıştı. Olaylı yıllar geride kalmış, dünya görüşü ise geride kalmayıp bir ışık gibi yolunu aydınlatmayı sürdürmüştü.

“Tuvaleti önce ben temizledim. Koğuşu paspas yaptım. Onlar gibi küfrettim. Onlar gibi döke saça yedim içtim.

Uyurken horlayana hoşgörü gösterdim. O da bana hoşgörü gösterdi. Yağmurda çatıda çalışana yağmurluğumu verdim. Kendim hasta oldum; o da farkına vardı.

Yaptığım işte ustalığımı gösterdim. Arkamdan kuyu kazanların sesini kestim. Dedikodu yapanlarla konuşmadım. Selamı esirgedim; dedikodumu yapanlar kendileri gelip özür dilediler.

Demirciler, ustasına saygı gösterir. Gelenektir; yazılmamış kuraldır. Onların sessiz lisanını bilirsen onlarla anlaşmak kolaydır.”

Güncel politika haberleri kafamı karıştırdığında hemen ona danışırdım. Beni güncelin içinden çeker çıkarır, konuya genel bir perspektiften bakarak daha genel bir süreci açıklardı. O zaman her şey netleşirdi. Olanın ardındaki yazılmamış haberi görmeyi her zaman çok iyi başarıyordu. Okuduklarını yaşadıkları ile birleştirip anlamlandırmıştı. Öyle olmasa bu kadar başarılı tahliller yapamazdı. Daha doğrusu artık onun kimliği kişiliği o kitaplardan süzülmüş ve ortaya Zafer çıkmıştı da diyebiliriz.

Zafer şantiyeyede çalışmaya başlamadan iki hafta önce barınaklarda yangın çıkmıştı. Elektrikli ısıtıcı ile veya sac bidondan soba ile ısınmaya çalışırken çadır yanmış, neyse ki sadece yaralılar ile atlatılmış, ölen olmamıştı. Çadır mı daha güvenli, konteyner mi diye karşılaştırınca; çadırdan kurtulmak daha kolay, yırtarsın kaçarsın. Konteyner yanıyorsa kaçmak zordur çünkü sıcaktan genleşen kapı kasaları sıkışır ve açılmaz olur. Konteynerde çıkan duman ve is boğar zaten; yanmaya kalmadan zehirli gazdan ölünür.

Her zamanki gibi yüksek tempolu bir iş günüydü. İşçi ihtiyacı vardı. Zafer’in yanına harita teknikeri geldi.

“Ağabeyimin acil işe ihtiyacı var Abi.”

“Kaç yaşında, mesleği var mı?”

“Mesleği yok.”

Ali’nin mesleği yok. Yaşı 34. Güçlü kuvvetli. Erzincanlı. Hayatı boyunca çobanlık yapmış. İnşaatlarda kazma kürek sallamış. Hamallık yapmış. Koyunlara bakmış. Kardeşlerini okutmuş. Kendi okumamış.

Zafer’in “Olsun. Gelsin,” dediğinin ertesi günü geldi Ali… Kapı gibi bir dev!

“Neler yaptın bu güne kadar?”

“İnşaatta kazma kürek işleri, hayvan otlatma, yük taşıma, böyle işler.”

“İşimiz zor ve ağırdır… Bilir misin bizim işleri? Kardeşin anlattı mı hiç?”

“Tahmin ediyorum ama hiç yapmadım. Zorluk sorun değil. Alışığım ağır işe…  Yaparım.” Böylece anlaştılar. Zafer ne derse onu yapacaktı.

Ali eşinden ayrılmıştı. Ekonomik sıkıntılar yüzünden hayatının olmayan düzeni de bozulmuş yuvası dağılmıştı. Kardeşinin yanına gelmiş ama o da İstanbul’da başkası ile ortak ev paylaşıyordu. Orada fazla kalamazdı. 

Ali işe başladı. Düzgün ve düzenli çalışıyordu. Son derece gayretliydi. Söyleneni çabucak kapıyor ve en ağır işleri bile gık demeden yapıyordu.

Zafer de bir yandan Ali’nin sınırlarını yokluyor, ne zaman hangi şartlarda isyan edecek ya da biat edecek diye gözlüyordu. Zorlu işlerde biat edenlerin daha kolay uyum sağladığını ve takım çalışması başarılarının da yüksek olduğunu deneyimlerinden biliyordu.

 Uyumlu bir takımı kurmak için bazen en aykırı adamların en çarpıcı özelliklerini dikkate alarak takım kurardı. Öyle hep çok gol atan adamlardan oluşan takım kesinlikle başarılı olamazdı.

Takımdakilerin bazısı Ali gibi kuvvet ve inada dayalı ama öğrenmeye açık insanlardan olurdu. Bazıları da tilki kadar kurnaz ve pratik zekâlılardandı. Kimisi de olgunlaşmış, mesleki bilgisini geliştirmiş insanlardı. Ekipte her biri birbirini etkiler, hepsi birbirinden etkilenirdi. Ama en önemlisi tüm bunları bir araya getiren iradeye önce mesleki olarak sonra da bunun arkasını dolduran akla biat etmeleriydi.

Herkes sorumluluğu hisseder ve bu sorumluluk öncelikle takımın işini hakkını vererek yapması demekti. Eksik adamın yeri hemen bir başkası tarafından doldurulurdu.

Şantiye devam ediyordu. Şantiyede iş düzeninden rahatsız olanlar vardı. İş içerisinde türlü kurnazlıklar ile Zafer’in dünya görüşünü öğrenip, bunu ona karşı kullanmak için harekete geçenler oldu. Zafer hep tetikte yaşamak, adımlarını ona göre atmak zorundaydı. Her an başına binanın üst katından bir cisim düşebilirdi.

“İşçiler sert çalışma koşullarında kendilerinden daha sert olana itaat etmek üzerine otoriter bir yapılanmaya alışıktır. Farklı birini gördüklerinde hemen onu sınamaya kalkışırlar. İşle sınarlar, bilgiyle sınarlar, kendileri ile sohbet ederken sınarlar, deneyimlerini anlamaya çalışarak sınarlar, bazen daha ileri gidip işi yanlış yaparak senin onu anlayıp anlayamayacağını görmek ve sınamak gafletinde bulunurlar. Oralara birilerinin tanıdığı, hemşerisi, akrabası, siyasi uzantısı, çıkardaşı, kardeşi olarak gelenler; var olan mevcut düzenin bozulacağını hissederler. Alışılmışın sınırlarını zorlayacak birisi midir? Yoksa değil midir anlamak isterler.”

Ali birkaç ay içerisinde mesleğin bazı püf noktalarını gelip sorarak ve fiilen uygulayarak öğrenmeye başladı. Zafer, yanına adam katıp Ali’ye sorumluluk vermeye başladı. Ali başardıkça hoşlandı, gayretlendi, saygısı arttı. Gayretiyle niteliği arttıkça ücretine zam aldı.

Artık işin sonlarına doğru yavaş yavaş ayrılma vakti gelmeye başladı.

Ali Zafer’den kaynak yapmayı öğrendiği için gitti başka bir işte çalışmaya kaynakçı olarak başladı. Kalacak yeri yoktu. Zafer, şantiyenin koğuşunda bir ay açıktan el altından barınmasını sağladı.

Zafer de Teoman adındaki başka arkadaşıyla beraber Aksaray’da bir bekâr odası tuttu.

Hava alanında uçak hangarlarının yapısal çelik deprem güçlendirme işini almıştı.

Aksaray’dan gelip gidiyorlardı. İki gün geçmedi telefonda Ali:

“Abi kalacak yerim yok!” 

Oda iki kişilikti. Tuvalet binada ortaktı. Banyo, tuvalette ibrikle yapılıyordu.

Zafer: “Gel,” dedi. Üç kişi; iki yatak! İki kanepe arasına yere yatak serdiler. Ali’yi yatırdılar.

Ev sahibinin haberi yoktu. Adam başı para alıyordu. Ali, kaçak gelip yatıyordu.

 

Günübirlik kazanıp yiyen Ali ile yemekler ortak yendi. Sabah herkes işine gidiyordu. Ali sık iş değiştiriyor, bazı işten parasını alamıyordu.

Yine öyle oldu. Ali bir yerde çalıştı; parasını alamadı. Onun için epey bir paraydı. Adamlar Ali’yi kovalamışlar parayı vermemek için arıza çıkartmışlardı.

“Alalım bu parayı…”

“İyi, hadi gidelim.”

 Üç arkadaş gittiler. Şantiyede adamlara kafa tuttular. Parayı verin deyince ortalık karıştı.

 Güvenlik geldi. Zafer, ana şirketin proje müdürüne çıktı. Durumu anlattı. Ali’nin parasını aldılar. Almasına aldılar ama Ali’nin ayarları hayatın oyunlarına karşı bozulmaya başladı.

İkiyüzlü riyakâr olanlar, bir de büyük kentin yıldırıcı sahtekârlığı…

Ali, kendine göre planlar yapmaya başladı. Gizli telefon konuşmaları, bağırış çağırışlar, Zafer’den saklamaya çalışsa da dikkat çekti. Bir sıkıntısı vardı Ali’nin…  Bu böyle olmayacak dedi Zafer çekti kenara…

“De bakalım nedir bu hal hele anlat.”

“Büyük kardeşim, bakalım büyütelim satalım para kazanalım diye aldığım 50-60 tane koyunu satmış. Parasını da yemiş. Köyde çobana baktırıyordum koyunları.”

Koyunları alan Ali, baktıran Ali… Köydeki ev de kardeşlerin ortak malı.

Bir gece bekâr odasına geç vakit geldi Ali. Zafer bir şeyler sakladığını hissetti. Yatma vaktiydi. Ertesi gün işe gideceklerdi.

Birden bir şakırtı ile gözünü açtı Zafer.

Ali’nin elinde bir silah vardı!

Bir kutu mermi, bir tabanca almış Ali hazırlık yapıyordu. Kardeşini vuracaktı!

 Zafer tam dört saat konuştu, dil döktü.

Ali anlıyor ama kendisine yapılmış ihanet olarak algılıyordu. Bu hıncını ancak böyle gidereceğini söylüyor, geri adım atmıyordu.

Zafer son söz olarak ona eğer böyle bir şey yaparsa gözünde artık hiçbir değerinin olamayacağını söyledi.

Ali’nin içindeki fırtınayı durduramayacağını biliyordu. Yine de denedi…   Olmadı.

Ali iki gün hiç gelmedi fakirhaneye… Sonra yine bir gün geldi bir gece kaldı ama Zafer hiç konuşmadı, selam dahi vermedi.

O da laf olsun diye Teoman’la konuştu…

Bir hafta sonra bir Pazar günü kapı çaldı. İki tane sivil polis Ali’yi sordu.

“Kendisi yok nedir mesele?”

“Kardeşini vurdu, haberiniz yok mudur?”

Ölüm yok yaralıymış. Adamın durumu iyi dediler. 3,5 yıl ceza almış. Elbise gönderdiler Silivri’ye. Köyde ne var ne yok Ali cezaevindeyken satılmıştı. Babası sağlığında tapuyu, okumuş adam tapu işlerini biliyor diye, tapuda çalışan- vurulan- oğluna vermiş.

Aradan yıllar geçti.

Geçen yıl Zafer Sanayide bir proje işinde çalışıyordu. Yüzü gözü kapalı maskeli biri fabrikanın içinde eline sarıldı… Elini öpmeye çalışıyordu. Kapı gibi bir adam, kaynakçı…

Kaynakçılar dumandan etkilenmemek için yüzlerini sarıp gözler hariç kapatır.

“Hele dur sen kimsin?”

Adam aldırışsız, sarıldı kucakladı kaldırdı havaya Zafer’i.

“Özür dilerim, affet.”  

“Ali, sensin… Yanlış yaptın… Keşke olmasaydı. Kaybettiğin yıllara değer mi?”

“Sayende meslek sahibi oldum. Birinci sınıf kaynakçı oldum. Kardeşim yapmadı, babam yapmadı senin yaptığını.”

Ukrayna’ya gitmiş orada evlenmiş. Anadili gibi Rusça öğrenmiş. Eşiyle Rusça konuşuyordu.

Tersane bölgesinde oturuyormuş. İyi rakamlara çalışıyormuş.

“Artık sen benim dedemsin.”

Ali şimdilerde düzenin adaletsizliğini artık daha net görüp yüksek sesle söylemeyi becerebilen bir insan olarak hayatına devam ediyor…

Laf arasında Teoman’ı sordu …

“Üç ay önce öldü iş kazasında!”