Yaz Okulu 2
Elden Ele Oyunu
Saha dediğimde herkesin gözü önünde farklı bir görüntü
canlanır. Yemyeşil bir çim futbol sahası, yapay çim sahası, belki de kelimenin
daha farklı kullanılışları gelir akla... Çalışma alanı, iş sahası, saha
çalışması gibi... Benim anlatacağım konuda her iki anlam da var. Yaz Okulu bir
saha çalışmasıdır. Konumuzun geçtiği yer de bir saha; tozlu topraklı mahalle
arası bir top sahası. Yaz sıcağında serinleyecek gölgesi olmayan bir
sahadayız.
Çevre konulu resim yarışmamızı bugün sonuçlandırıyoruz. Bu projemizi
yarışma sonuçlarını açıklayarak bir sergi ile sonlandırmayı uygun gördük.
Öğrencilerimize hediyeler vereceğimiz etkinliğimizi mahallenin top sahasında
düzenledik. Başlarında dernekten arkadaşların olduğu öğrenci grupları toprak
sahaya geliyor. İkişerli sıralar halinde yerlerini almalarını bekliyoruz. Tahta
panolara resimleri asma görevini bitiren arkadaşlar top sahası kenarındaki
küçük bir odacıkta genel merkezden gelen Meriç Hanım ile söyleşiyorlar. Güneşin
altında bekleşen yönetim kurulundan arkadaşlar da var. Sunay Hanım geniş
kenarlı şapkasıyla korunmaya çalışıyor. Şık ve modern görüntüsü varoştaki bu
tozlu toprak saha ile bir tezat oluşturuyor.
Hepimiz ilk kez bu
pilot bölgede öğrencilere ve ulaşabildiğimiz velilere bilgi iletip genel
kültürlerine katkıda bulunmak için çalışıyoruz. Acemi yıllarımızdayız ama çok
hevesliyiz.
Alana gelen öğrenciler
tamamlanınca çevre komisyonu başkanımız bir konuşma ile etkinliği başlatıyor.
Ağaçların önemini anlatırken: “Şu koca top sahasında güneşin altındayız.
Kenarda birkaç ağaç olsa gölgelerinde ne güzel serinlerdik. Hele meyvesi olan
ağaçlar olsa bir güzel toplar yerdik. Peki, sayıları çok fazla olsa o zaman ne
diyoruz?” Çocuklar “Ormaaan!” diye bağırıyor.
Temiz hava ve temiz su
kaynaklarına olan gereksinmemizi belirtirken: “Bazı şeylerin değerini
bilmeliyiz; derin bir nefes alın bakalım. Ohh! Gördünüz mü, temiz bir hava
soluyoruz. Denizden gelen yiyeceğimiz nedir?” “Balııık” “Eğer denizleri kirletirsek
balıklar da orada yaşayamaz.”
Sokaklarımızı ve
okulumuzu evlerimiz gibi temiz tutmamızın önemini vurguluyor: “Açıkta bırakılan
çöplere konan sinekler hastalık yayabilir. Temizlik o nedenle önemli.” Çöplerin
geri dönüştürülmesine de kısaca değiniyor: “Plastik cam teneke ve kâğıt
türlerini ayrı ayrı biriktirmekle onları toplayıp yeniden kullanıma sokmak
mümkün olacak. Böylece kaynaklarımızı korumuş olacağız,” diyor.
Bu sırada bizler
öğrencilerin sessizliğini sağlayarak dinlemeleri için çırpınıyoruz. Saha
kenarındaki yabancılar burada ne olduğunu soruyor. Öğrencilerimiz de heyecanla
“çevreciler geldi, çevreciler geldi,” diye bizleri gösteriyor. Meriç Hanımın
yüzünde belirgin bir tebessüm var. Genel merkezden konuk olarak geldiği için
şube üyeleri olarak onun her şeyin kusursuz bir şekilde yürüdüğünü görmesini
istiyoruz.
Resim yarışmasında
başarılı olan öğrencilere ödül olarak kitaplar verdikten sonra sıra tüm
öğrencilere dağıtılacak hediyelere geliyor. Çeşitli oyuncak ve yapbozlardan
oluşan bu hediyeleri kargaşa olmadan nasıl dağıtacağımızı düşünüyorum. Gözümün
önüne kamyonlardan atılan yiyecekleri kapmaya çalışan kalabalıklar geliyor.
Dağıtılan yardım malzemeleri nasıl dökülüp saçılarak ziyan oluyorlar, paylaşmak
yerine kapışıp el koyuyorlar. Böyle bir itiş kakışı önlemenin bir yolu
olmalı... O sırada Meral Hanımın parlak fikrini uygulamaya karar veriyoruz.
Elden ele oyunu!
Öğrencilerin önce tek
sıra ve yan yana şekilde dizilmelerini sağlıyoruz. Başlarına ise elindeki
oyuncak torbasını tutan birer arkadaşımız geçiyor. Aynı anda sıra başından
itibaren sağdan aldığını soldakilere verme şeklinde en son öğrenciye kadar
oyuncak ulaşıyor. Yandaki öğrenciden gelen oyuncağa alıcı gözle bakmaya
çalışıp, gözünü ondan alamazken diğer arkadaşına uzatması ve tam o sırada bir
yenisinin tekrar ona uzatılmasını izlemek gerçekten çok hoş oluyor. Al ver al
ver şeklinde başarılı bir uygulama ile bütün öğrencilere oyuncakları
ulaştırabileceğimize sevinirken birden bir anlık bir duraksama oluyor. Kısa bir
gecikme anı yaşıyoruz. Elden ele al ver kesintiye uğrayınca öğrenciler elinde
torba olan öğretmene doğru atılıyorlar. O andan sonra artık tekrar eski düzenle
dağıtım yapamıyoruz. Torbadakilerin bir kısmı yerlere saçılıyor; bir kısmı
kopup dökülüyor; bir kısmı oyuncağa kavuşabiliyor ama kargaşada işe yaramaz
hale geliyor.
Meral Hanımın bu durum
için tasarlanmış bir planı bulunmuyor. Öğrencilerin yatıştırılması ile etkinlik
sonlanıyor. Birkaç grup fotoğrafı çekiliyor ve dağılıyorlar.
Saha kenarındaki odaya
Meriç Hanımın yanına gidiyorum. “Kusura bakmayın daha bu bölgede yeni çalışmaya
başladık. Öğrencileri istediğimiz düzeye getiremedik,” diyorum.
“Ne demek, ne demek
efendim, bu yaşta ÇEVRECİ kelimesini bilmeleri bile bir şeydir. Ben çok
memnunum, emeklerinize sağlık,” diyor.
Şaşırıyorum. O olgun
ve bilge duruşlu hanımefendinin mutlu tebessümü bana daha kanaatkâr
olmayı öğretiyor. Ufacık bir değişimden geleceğe dönük koskoca bir direnişin de
doğabileceğini o zaman kavrayamasam da yıllar sonra o şehirde parktaki ağaçları
kesmeyin diye başlayan bir direnişe tanık oluyoruz.
Daha sonraki
dönemlerde Meriç Hanımı göremesem de uygulamakta olduğu projesini duyuyorum.
Söylev’in teatral bir sunumunu
Anadolu’da il il dolaşarak sergiliyorlar.
Yıllar geçiyor... Yolda karşılaşıyoruz. Hep dimdik yürüyor. Hep yüzünde aynı
tebessüm. Yakınlarda katılacağı bir etkinlikten söz ediyor. Meral Hanımın
kulaklarını çınlatıyoruz. Çocuklar için “oyun ile eğitim” çalışmalarını ve
pratikteki ışık saçan diğer yöntemlerini yıllardır nasıl geliştirdiğinden
bahsediyoruz. Siz neler yapıyorsunuz diye soruyor bana. Yazıyorum diyorum.