Çelik Ustası
Evin Okçuoğlu
İnşaat işçileri büyük inşaat işini adım adım ilerletmekteydi.
Zafer, İstanbul’da bir alışveriş merkezinin şantiyesinde çelik montaj işlerini
yapıyordu o zamanlar. 1200 işçinin yaklaşık 300’ü ona bağlıydı. Her gün onlarca
işçi iş başı yapıyor bir o kadarı işi bırakıyordu. İşçiler şantiyede üç bölgede
kurulmuş konteynerlerde kalıyorlardı. Her konteyner 3x7 metre… Bir konteynerde
ranzalarda on iki kişi konaklıyordu. Normalde dört kişiden fazla olması
sakıncalı…
“Nefes almak
mümkün değil; sadece nefes alındığı zaman on beş dakika sonra oksijen
tükeniyor. Kış aylarında kapıyı pencere de açılamıyor. Soğuk, yorgun ve
oksijensizlikten bitap düşen bedenleri çarpıyor.”
Sadece konteyner değil, plastikten yapılmış şantiye çadırlarında
da yüz elli, iki yüz kişi yorgun argın geceliyordu.
Bir arada yaşama kurallarını kendi içlerinde yavaş yavaş
oluşturmalarına yardım eden Zafer, demir ustasıydı. Aslında mühendislik eğitimi
siyasi görüşü nedeniyle yarım kalmıştı. Olaylı yıllar geride kalmış, dünya
görüşü ise geride kalmayıp bir ışık gibi yolunu aydınlatmayı sürdürmüştü.
“Tuvaleti önce ben temizledim.
Koğuşu paspas yaptım. Onlar gibi küfrettim. Onlar gibi döke saça yedim içtim.
Uyurken horlayana hoşgörü
gösterdim. O da bana hoşgörü gösterdi. Yağmurda çatıda çalışana yağmurluğumu
verdim. Kendim hasta oldum; o da farkına vardı.
Yaptığım işte ustalığımı
gösterdim. Arkamdan kuyu kazanların sesini kestim. Dedikodu yapanlarla
konuşmadım. Selamı esirgedim; dedikodumu yapanlar kendileri gelip özür
dilediler.
Demirciler, ustasına saygı
gösterir. Gelenektir; yazılmamış kuraldır. Onların sessiz lisanını bilirsen
onlarla anlaşmak kolaydır.”
Güncel politika haberleri kafamı karıştırdığında hemen ona
danışırdım. Beni güncelin içinden çeker çıkarır, konuya genel bir perspektiften
bakarak daha genel bir süreci açıklardı. O zaman her şey netleşirdi. Olanın ardındaki
yazılmamış haberi görmeyi her zaman çok iyi başarıyordu. Okuduklarını
yaşadıkları ile birleştirip anlamlandırmıştı. Öyle olmasa bu kadar başarılı
tahliller yapamazdı. Daha doğrusu artık onun kimliği kişiliği o kitaplardan
süzülmüş ve ortaya Zafer çıkmıştı da diyebiliriz.
Zafer şantiyeyede çalışmaya başlamadan iki hafta önce
barınaklarda yangın çıkmıştı. Elektrikli ısıtıcı ile veya sac bidondan soba ile
ısınmaya çalışırken çadır yanmış, neyse ki sadece yaralılar ile atlatılmış,
ölen olmamıştı. Çadır mı daha güvenli, konteyner mi diye karşılaştırınca; çadırdan
kurtulmak daha kolay, yırtarsın kaçarsın. Konteyner yanıyorsa kaçmak zordur çünkü
sıcaktan genleşen kapı kasaları sıkışır ve açılmaz olur. Konteynerde çıkan
duman ve is boğar zaten; yanmaya kalmadan zehirli gazdan ölünür.
Her zamanki gibi yüksek tempolu bir iş günüydü. İşçi ihtiyacı
vardı. Zafer’in yanına harita teknikeri geldi.
“Ağabeyimin acil işe ihtiyacı var Abi.”
“Kaç yaşında, mesleği var mı?”
“Mesleği yok.”
Ali’nin mesleği yok. Yaşı 34. Güçlü kuvvetli. Erzincanlı.
Hayatı boyunca çobanlık yapmış. İnşaatlarda kazma kürek sallamış. Hamallık
yapmış. Koyunlara bakmış. Kardeşlerini okutmuş. Kendi okumamış.
Zafer’in “Olsun. Gelsin,” dediğinin ertesi günü geldi Ali… Kapı
gibi bir dev!
“Neler yaptın bu güne kadar?”
“İnşaatta kazma kürek işleri, hayvan otlatma, yük taşıma,
böyle işler.”
“İşimiz zor ve ağırdır… Bilir misin bizim işleri? Kardeşin
anlattı mı hiç?”
“Tahmin ediyorum ama hiç yapmadım. Zorluk sorun değil. Alışığım
ağır işe… Yaparım.” Böylece anlaştılar.
Zafer ne derse onu yapacaktı.
Ali eşinden ayrılmıştı. Ekonomik sıkıntılar yüzünden
hayatının olmayan düzeni de bozulmuş yuvası dağılmıştı. Kardeşinin yanına
gelmiş ama o da İstanbul’da başkası ile ortak ev paylaşıyordu. Orada fazla
kalamazdı.
Ali işe başladı. Düzgün ve düzenli çalışıyordu. Son derece
gayretliydi. Söyleneni çabucak kapıyor ve en ağır işleri bile gık demeden
yapıyordu.
Zafer de bir yandan Ali’nin sınırlarını yokluyor, ne zaman
hangi şartlarda isyan edecek ya da biat edecek diye gözlüyordu. Zorlu işlerde
biat edenlerin daha kolay uyum sağladığını ve takım çalışması başarılarının da yüksek
olduğunu deneyimlerinden biliyordu.
Uyumlu bir takımı
kurmak için bazen en aykırı adamların en çarpıcı özelliklerini dikkate alarak
takım kurardı. Öyle hep çok gol atan adamlardan oluşan takım kesinlikle
başarılı olamazdı.
Takımdakilerin bazısı Ali gibi kuvvet ve inada dayalı ama
öğrenmeye açık insanlardan olurdu. Bazıları da tilki kadar kurnaz ve pratik zekâlılardandı.
Kimisi de olgunlaşmış, mesleki bilgisini geliştirmiş insanlardı. Ekipte her
biri birbirini etkiler, hepsi birbirinden etkilenirdi. Ama en önemlisi tüm
bunları bir araya getiren iradeye önce mesleki olarak sonra da bunun arkasını
dolduran akla biat etmeleriydi.
Herkes sorumluluğu hisseder ve bu sorumluluk öncelikle
takımın işini hakkını vererek yapması demekti. Eksik adamın yeri hemen bir
başkası tarafından doldurulurdu.
Şantiye devam ediyordu. Şantiyede iş düzeninden rahatsız
olanlar vardı. İş içerisinde türlü kurnazlıklar ile Zafer’in dünya görüşünü
öğrenip, bunu ona karşı kullanmak için harekete geçenler oldu. Zafer hep
tetikte yaşamak, adımlarını ona göre atmak zorundaydı. Her an başına binanın
üst katından bir cisim düşebilirdi.
“İşçiler sert
çalışma koşullarında kendilerinden daha sert olana itaat etmek üzerine otoriter
bir yapılanmaya alışıktır. Farklı birini gördüklerinde hemen onu sınamaya
kalkışırlar. İşle sınarlar, bilgiyle sınarlar, kendileri ile sohbet ederken
sınarlar, deneyimlerini anlamaya çalışarak sınarlar, bazen daha ileri gidip işi
yanlış yaparak senin onu anlayıp anlayamayacağını görmek ve sınamak gafletinde
bulunurlar. Oralara birilerinin tanıdığı, hemşerisi, akrabası, siyasi uzantısı,
çıkardaşı, kardeşi olarak gelenler; var olan mevcut düzenin bozulacağını
hissederler. Alışılmışın sınırlarını zorlayacak birisi midir? Yoksa değil midir
anlamak isterler.”
Ali birkaç ay içerisinde mesleğin bazı püf noktalarını gelip
sorarak ve fiilen uygulayarak öğrenmeye başladı. Zafer, yanına adam katıp
Ali’ye sorumluluk vermeye başladı. Ali başardıkça hoşlandı, gayretlendi,
saygısı arttı. Gayretiyle niteliği arttıkça ücretine zam aldı.
Artık işin sonlarına doğru yavaş yavaş ayrılma vakti gelmeye
başladı.
Ali Zafer’den kaynak yapmayı öğrendiği için gitti başka bir
işte çalışmaya kaynakçı olarak başladı. Kalacak yeri yoktu. Zafer, şantiyenin
koğuşunda bir ay açıktan el altından barınmasını sağladı.
Zafer de Teoman adındaki başka arkadaşıyla beraber Aksaray’da
bir bekâr odası tuttu.
Hava alanında uçak hangarlarının yapısal çelik deprem
güçlendirme işini almıştı.
Aksaray’dan gelip gidiyorlardı. İki gün geçmedi telefonda Ali:
“Abi kalacak yerim yok!”
Oda iki kişilikti. Tuvalet binada ortaktı. Banyo, tuvalette
ibrikle yapılıyordu.
Zafer: “Gel,” dedi. Üç kişi; iki yatak! İki kanepe arasına yere
yatak serdiler. Ali’yi yatırdılar.
Ev sahibinin haberi yoktu. Adam başı para alıyordu. Ali,
kaçak gelip yatıyordu.
Günübirlik kazanıp yiyen Ali ile yemekler ortak yendi. Sabah
herkes işine gidiyordu. Ali sık iş değiştiriyor, bazı işten parasını
alamıyordu.
Yine öyle oldu. Ali bir yerde çalıştı; parasını alamadı. Onun
için epey bir paraydı. Adamlar Ali’yi kovalamışlar parayı vermemek için arıza
çıkartmışlardı.
“Alalım bu parayı…”
“İyi, hadi gidelim.”
Üç arkadaş gittiler. Şantiyede
adamlara kafa tuttular. Parayı verin deyince ortalık karıştı.
Güvenlik geldi. Zafer,
ana şirketin proje müdürüne çıktı. Durumu anlattı. Ali’nin parasını aldılar. Almasına
aldılar ama Ali’nin ayarları hayatın oyunlarına karşı bozulmaya başladı.
İkiyüzlü riyakâr olanlar, bir de büyük kentin yıldırıcı
sahtekârlığı…
Ali, kendine göre planlar yapmaya başladı. Gizli telefon
konuşmaları, bağırış çağırışlar, Zafer’den saklamaya çalışsa da dikkat çekti.
Bir sıkıntısı vardı Ali’nin… Bu böyle
olmayacak dedi Zafer çekti kenara…
“De bakalım nedir bu hal hele anlat.”
“Büyük kardeşim, bakalım büyütelim satalım para kazanalım
diye aldığım 50-60 tane koyunu satmış. Parasını da yemiş. Köyde çobana
baktırıyordum koyunları.”
Koyunları alan Ali, baktıran Ali… Köydeki ev de kardeşlerin
ortak malı.
Bir gece bekâr odasına geç vakit geldi Ali. Zafer bir şeyler
sakladığını hissetti. Yatma vaktiydi. Ertesi gün işe gideceklerdi.
Birden bir şakırtı ile gözünü açtı Zafer.
Ali’nin elinde bir silah vardı!
Bir kutu mermi, bir tabanca almış Ali hazırlık yapıyordu. Kardeşini
vuracaktı!
Zafer tam dört saat
konuştu, dil döktü.
Ali anlıyor ama kendisine yapılmış ihanet olarak algılıyordu.
Bu hıncını ancak böyle gidereceğini söylüyor, geri adım atmıyordu.
Zafer son söz olarak ona eğer böyle bir şey yaparsa gözünde
artık hiçbir değerinin olamayacağını söyledi.
Ali’nin içindeki fırtınayı durduramayacağını biliyordu. Yine
de denedi… Olmadı.
Ali iki gün hiç gelmedi fakirhaneye… Sonra yine bir gün geldi
bir gece kaldı ama Zafer hiç konuşmadı, selam dahi vermedi.
O da laf olsun diye Teoman’la konuştu…
Bir hafta sonra bir Pazar günü kapı çaldı. İki tane sivil
polis Ali’yi sordu.
“Kendisi yok nedir mesele?”
“Kardeşini vurdu, haberiniz yok mudur?”
Ölüm yok yaralıymış. Adamın durumu iyi dediler. 3,5 yıl ceza
almış. Elbise gönderdiler Silivri’ye. Köyde ne var ne yok Ali cezaevindeyken
satılmıştı. Babası sağlığında tapuyu, okumuş adam tapu işlerini biliyor diye, tapuda
çalışan- vurulan- oğluna vermiş.
Aradan yıllar geçti.
Geçen yıl Zafer Sanayide bir proje işinde çalışıyordu. Yüzü
gözü kapalı maskeli biri fabrikanın içinde eline sarıldı… Elini öpmeye
çalışıyordu. Kapı gibi bir adam, kaynakçı…
Kaynakçılar dumandan etkilenmemek için yüzlerini sarıp gözler
hariç kapatır.
“Hele dur sen kimsin?”
Adam aldırışsız, sarıldı kucakladı kaldırdı havaya Zafer’i.
“Özür dilerim, affet.”
“Ali, sensin… Yanlış yaptın… Keşke olmasaydı. Kaybettiğin yıllara
değer mi?”
“Sayende meslek sahibi oldum. Birinci sınıf kaynakçı oldum.
Kardeşim yapmadı, babam yapmadı senin yaptığını.”
Ukrayna’ya gitmiş orada evlenmiş. Anadili gibi Rusça öğrenmiş.
Eşiyle Rusça konuşuyordu.
Tersane bölgesinde oturuyormuş. İyi rakamlara çalışıyormuş.
“Artık sen benim dedemsin.”
Ali şimdilerde düzenin adaletsizliğini artık daha net görüp
yüksek sesle söylemeyi becerebilen bir insan olarak hayatına devam ediyor…
Laf arasında Teoman’ı sordu …
“Üç ay önce öldü iş kazasında!”